31 Mayıs 2012 Perşembe
Sunucu kütüğü (İngilizce: server log
Sunucu kütüğü (İngilizce: server log) bir sunucudaki bütün değişikliklerin kayıt altına alındığı kütük dosyasıdır. Kütüklerde bilgisayar ağına erişim, dosyalarda yapılan değişilikler, veri indirme ve yükleme gibi kayıtlar tutulur. Sunucularda veri kütükleri, yazılım ya da donanım tabanlı veri kaydedicilerle (İngilizce: data logger) derlenebilir.
Yöneltme iletişim kuralı
Yöneltme iletişim kuralı, yönelticilerin birbirleriyle iletişim kurmalarını sağlayan özel iletişim kuralına verilen addır. Bazı sık kullanılan yöneltme iletişim kuralları şunlardır:
Router Information Protocol (RIP)
Open Shortest Path First (OSPF)
Interior Gateway Routing Protocol (IGRP)
Enhanced IGRP (EIGRP)
Border Gateway Protocol (BGP)
Intermediate System to Intermediate System (IS-IS)
Constrained Shortest Path First (CSPF)
Veri paketlerinin ağlar arasında iletimi sırasında en uygun yolun seçilmesi için gerekli bilgiler bu iletişim kuralları sayesinde edinilir. Uygunluk bant genişliği, hat üzerindeki veri trafiğinin yoğunluğu, aktarım hızı, yol üzerindeki yöneltici sayısı (hops) gibi çeşitli faktörlerle belirlenebilir. Bu tür uygun yol belirleme tekniklerine yöneltme algoritması denir.
Router Information Protocol (RIP)
Open Shortest Path First (OSPF)
Interior Gateway Routing Protocol (IGRP)
Enhanced IGRP (EIGRP)
Border Gateway Protocol (BGP)
Intermediate System to Intermediate System (IS-IS)
Constrained Shortest Path First (CSPF)
Veri paketlerinin ağlar arasında iletimi sırasında en uygun yolun seçilmesi için gerekli bilgiler bu iletişim kuralları sayesinde edinilir. Uygunluk bant genişliği, hat üzerindeki veri trafiğinin yoğunluğu, aktarım hızı, yol üzerindeki yöneltici sayısı (hops) gibi çeşitli faktörlerle belirlenebilir. Bu tür uygun yol belirleme tekniklerine yöneltme algoritması denir.
SFTP
Secure FTP (Güvenli Dosya Taşıma Protokolü), yani SFTP, SSH kullanarak dosya transferi yapan bir dosya aktarım protokolüdür. SSH'ın sağladığı güvenlik özellikleri, FTP'den farklı olarak SFTP'yi güvenli hale getirir.FTP'nin RSA ile güçlendirilmiş halidir. TCP üzerinden çalışır.
Simple Mail Transfer Protocol (Basit E-Posta Gönderme Protokolü)
Elektronik posta gönderme protokolü (Simple Mail Transfer Protocol), bir e-posta göndermek için sunucu ile istemci arasındaki iletişim şeklini belirleyen protokoldür. Sadece e-posta yollamak için kullanılan bu protokolde, basitçe, istemci bilgisayar SMTP sunucusuna bağlanarak gerekli kimlik bilgilerini gönderir, sunucunun onay vermesi halinde gerekli e-postayı sunucuya iletir ve bağlantıyı sonlandırır.
E-posta almak için POP3 ya da IMAP protokolü kullanılır.
Ücretsiz hizmet veren büyük e-posta hizmet sağlayıcıları da SMTP ve diğer e-posta gönderim ve kontrol protokollerini desteklemeye başlamışlardır.
Outlook, Eudora, Kmail, Thunderbird, Evolution, Sylpheed gibi e-posta istemcileri, e-postalarınızı gönderilmek üzere sunucunuza iletirken SMTP hizmetinden faydalanırlar.
25 numaralı port SMTP sunucusu için ayrılmıştır.
E-posta almak için POP3 ya da IMAP protokolü kullanılır.
Ücretsiz hizmet veren büyük e-posta hizmet sağlayıcıları da SMTP ve diğer e-posta gönderim ve kontrol protokollerini desteklemeye başlamışlardır.
Outlook, Eudora, Kmail, Thunderbird, Evolution, Sylpheed gibi e-posta istemcileri, e-postalarınızı gönderilmek üzere sunucunuza iletirken SMTP hizmetinden faydalanırlar.
25 numaralı port SMTP sunucusu için ayrılmıştır.
Sunucu kiralama bedava
Sunucu, bilgisayar ağlarında, diğer ağ bileşenlerinin kullanımına (paylaşımına) açık kaynakları bulunan birim. Bir ağda birden fazla sunucu birim bulunabilir. Karşıtı istemcidir.
Günümüzde Windows türevi ve UNIX türevleri mevcuttur:
Sunucu Kiralama
Windows tarafında önceleri Windows NT vardı fakat zamanla Windows 2000 Server, Windows 2003 Server piyasaya çıktı.
Linux RedHat, Suse sürümleri de sunucu pazarında kendine yer edinmişlerdir, ve özellikle fiyatları dolayısıyla gitgide daha popülerleşmektedirler.
Ayrıca sunucuların hangi amaçla kullanılacağı da önemlidir. Örnek vermek gerekirse web hizmeti veren sunucular vardır. Bunlara örnek olarak Apache , Microsoft IIS ve Abyss ve Fastream IQ Web/FTP Server gösterilebilir. Dosya paylaşım, canlı yayın ve hatta online oyun hizmeti verenleri de mevcuttur. Tüm bu sunucuların değişik sistem gereksinimleri olacaktır.
Günümüzde Windows türevi ve UNIX türevleri mevcuttur:
Sunucu Kiralama
Windows tarafında önceleri Windows NT vardı fakat zamanla Windows 2000 Server, Windows 2003 Server piyasaya çıktı.
Linux RedHat, Suse sürümleri de sunucu pazarında kendine yer edinmişlerdir, ve özellikle fiyatları dolayısıyla gitgide daha popülerleşmektedirler.
Ayrıca sunucuların hangi amaçla kullanılacağı da önemlidir. Örnek vermek gerekirse web hizmeti veren sunucular vardır. Bunlara örnek olarak Apache , Microsoft IIS ve Abyss ve Fastream IQ Web/FTP Server gösterilebilir. Dosya paylaşım, canlı yayın ve hatta online oyun hizmeti verenleri de mevcuttur. Tüm bu sunucuların değişik sistem gereksinimleri olacaktır.
Serial Line IP (SLIP)
Serial Line IP (SLIP) seri port ve modem bağlantıları üzerinde çalışmak için tasarlanmış İnternet Protokolünün bir kapsüllemesidir. Kişisel bilgisayarlarda, SLIP'in yerini daha iyi tasarlanan, daha fazla özelliğe sahip ve kurulmadan önce IP adresi yapılandırması gerektirmeyen Point-to-Point Protocol (PPP - Noktadan Noktaya Protokol) almıştır.Ancak SLIP mikrodenetleyicilerde IP paketleri kapsüllemesinde çok küçük ek yükü sayesinde hala tercih edilen bir yoldur.
SLIP standart TCP/IP datagramına, byte akışında datagram sınırlarını ayıran özel bir "SLIP END" karakteri ekleyerek değişiklik yapmıştır. SLIP 8 data bitinin (eşlik biti yok), EIA donanımsal akış denetiminin ya da CLOCAL modu (3 kablolu boş modem) UART çalışma ayarlarının seri port yapılandırılmasını gerektirir.
SLIP üst katman protokollerine dayanan hatalar için tespit hizmeti vermez. Bu nedenle SLIP tek başına -hata yapmaya açık- çevirmeli ağ için yeterli değildir. Ancak hala [flood-ping(Ping saldırısı) istatistiklerine bakarak] yük kapsamında İşletim sistemlerinin cevap verme yeteneklerini test etmek için kullanışlıdır.
SLIP ayrıca şimdilerde BlueCore Seri Protokolü'nde Bluetooth modülleri ve ana bilgisayarlar arasındaki iletişim için kullanılıyor.
SLIP standart TCP/IP datagramına, byte akışında datagram sınırlarını ayıran özel bir "SLIP END" karakteri ekleyerek değişiklik yapmıştır. SLIP 8 data bitinin (eşlik biti yok), EIA donanımsal akış denetiminin ya da CLOCAL modu (3 kablolu boş modem) UART çalışma ayarlarının seri port yapılandırılmasını gerektirir.
SLIP üst katman protokollerine dayanan hatalar için tespit hizmeti vermez. Bu nedenle SLIP tek başına -hata yapmaya açık- çevirmeli ağ için yeterli değildir. Ancak hala [flood-ping(Ping saldırısı) istatistiklerine bakarak] yük kapsamında İşletim sistemlerinin cevap verme yeteneklerini test etmek için kullanışlıdır.
SLIP ayrıca şimdilerde BlueCore Seri Protokolü'nde Bluetooth modülleri ve ana bilgisayarlar arasındaki iletişim için kullanılıyor.
QoS (port önceliği)
Bir bilgisayarada birden çok; farklı internet bağlantısını kullanan programların veya aynı donanıma bağlı olarak birden fazla kullanıcının aynı süreç içinde internet üzerinden veri transveri sonucu, bant genişliği normal olarak düşer. Bu durum neticesinde veri gecikmesi denilen lag olarak tabir edilen bir durum oluşmaktadır.
Mevcut veri trafiğinin doğru ihtiyaçlara cevap verebilmesi için bazı uygulamalara öncelik vermek gerekmektedir. Örneğin p2p programları uzun süreçli dosya indirim işlemleri yaptığı için normalde p2p programları çalıştığı zaman kaba bir örnekle p2p internet üzerinde 1 gb lık bir veri indirmektedir ama internet sayfa gösterimcisi tarafından herhangi bir internet sayfasındaki 1 mb içerikli html sayfa dosyası normal şartlar altında p2p istemcisinin talep ettiği veri transver paketleri arasında sıralanarak gecikecek, çabukcak gelecek bir sayfanın açılma süreci uzayacaktır. Bu durumda internet sayfasındaki işin önceliğine göre p2p programını internet sayfası işlemini hallene kadar kapatmak gerekir.
Özellikle QoS destekli modemlerde kullanıcıların öncelik tanıdığı port öncelikleriyle, örneğin, Voip ve html sayfaları için 80. port kullanılmaktadır, html ve voip kullanımı için bilgisayardan modeme 80. porttan gelecek istem talep paketlerinin diğer tüm portlardan öncelikli olması istenmektedir. Bu sayede QoS önceliği verilen portlardan veri hızlıca aktarılırken, verilmeyen portlarda öncelikli port seçimi sayesinde lag olur.
Kabaca sanki bilgisayarda hiçbir program internete bağlanmamış sadece internet sayfa gösterimcisi internete bağlanmış gibi internet sayfası üzerinde yapılması gerken işlemler çabucak neticelenmektedir.
Ayrıca QoS bir çok real-time gerçek zamanlı oyunda önemli olan lag sorununun aşılması açısındanda önemli bir çözüm yöntemi olmaktadır.
Port önceliği sırası genelde kişinin mevcut öncelikli ihtiyacına göre değişiklik gösterse de genelde ev kullanıcıların tercihkeri şu sırayı takip etmektedir:
1 - Bilgisayar oyunları için öncelikl portlar
2 - İnternet sayfaları için 80. port ve 8080. portlar
3 - İnternet üzerinde sesli ve görüntülü iletişim ve haberleşme programlarının kullandığı portlar
Mevcut veri trafiğinin doğru ihtiyaçlara cevap verebilmesi için bazı uygulamalara öncelik vermek gerekmektedir. Örneğin p2p programları uzun süreçli dosya indirim işlemleri yaptığı için normalde p2p programları çalıştığı zaman kaba bir örnekle p2p internet üzerinde 1 gb lık bir veri indirmektedir ama internet sayfa gösterimcisi tarafından herhangi bir internet sayfasındaki 1 mb içerikli html sayfa dosyası normal şartlar altında p2p istemcisinin talep ettiği veri transver paketleri arasında sıralanarak gecikecek, çabukcak gelecek bir sayfanın açılma süreci uzayacaktır. Bu durumda internet sayfasındaki işin önceliğine göre p2p programını internet sayfası işlemini hallene kadar kapatmak gerekir.
Özellikle QoS destekli modemlerde kullanıcıların öncelik tanıdığı port öncelikleriyle, örneğin, Voip ve html sayfaları için 80. port kullanılmaktadır, html ve voip kullanımı için bilgisayardan modeme 80. porttan gelecek istem talep paketlerinin diğer tüm portlardan öncelikli olması istenmektedir. Bu sayede QoS önceliği verilen portlardan veri hızlıca aktarılırken, verilmeyen portlarda öncelikli port seçimi sayesinde lag olur.
Kabaca sanki bilgisayarda hiçbir program internete bağlanmamış sadece internet sayfa gösterimcisi internete bağlanmış gibi internet sayfası üzerinde yapılması gerken işlemler çabucak neticelenmektedir.
Ayrıca QoS bir çok real-time gerçek zamanlı oyunda önemli olan lag sorununun aşılması açısındanda önemli bir çözüm yöntemi olmaktadır.
Port önceliği sırası genelde kişinin mevcut öncelikli ihtiyacına göre değişiklik gösterse de genelde ev kullanıcıların tercihkeri şu sırayı takip etmektedir:
1 - Bilgisayar oyunları için öncelikl portlar
2 - İnternet sayfaları için 80. port ve 8080. portlar
3 - İnternet üzerinde sesli ve görüntülü iletişim ve haberleşme programlarının kullandığı portlar
KARACİĞER TÜMÖRLERİ
KARACİĞER TÜMÖRLERİ
Kendini yenileme gücü bakımından dikkate değer bir organ olmakla birlikte, karaciğerde gerek iyi, gerek kötü huylu birincil tümörlere seyrek rastlanır. Buna karşılık başka organlardan sıçrama yoluyla gelişen tümörler sık görülür. Bunun nedeni kendi atardamarıyla gelen kana ek olarak, genellikle birincil ve metastaz yoluyla gelişen tümörlerin sık yerleştiği bir yer olan mide-bağırsak kanalından gelen bütün kanın da karaciğere akmasıdır. Karaciğerin kendi hücrelerinden kaynaklanan kansere oldukça seyrek rastlanması nedeniyle karaciğerde görülen bir tümörün karaciğer kanseri olduğuna karar vermeden önce, sıçrama olasılığını dikkatle değerlendirmek gerekir.
Görülme Sıklığı
Karaciğerde oluşan birincil kanserin çok sık görüldüğü ülkelerin yanı sıra, bu olgunun orta sıklıkta rastlandığı coğrafi bölgeler de vardır. Birinci gruba örnek olarak tümörlerin yüzde 50’sinin 45 yaşın üzerindeki erkeklerde görüldüğü Bantular (bir Afrika halkı) verilebilir, ikinci gruba İspanya. Yunanistan, İtalya, İsviçre gibi Avrupa ülkeleri ve Hawaii gibi bazı Avrupa dışı ülkeler girer. Ayrıca Danimarka, İsveç, ABD, Şili ve Kanada gibi ülkelerde görülme oranı düşük ya da çok düşüktür.
Örneğin, Çin ve Mozambik gibi ülkelerde erkek nüfusta 100 bin kişide 100 olguya rastlanırken, bu oran Kanada’daki erkek nüfusta 100 binde 1,4′e geriler.
Tümörün yüksek oranda görüldüğü ülkelerden göç edenlerin ilk kuşağında hastalığa yakalanma oranı aynı kalmakta, ama sonraki kuşaklarda bu göçmenlerin yerleştikleri bölgedeki düzeye inmektedir.
Bu durum, bu tümöre yatkınlığın kalıtsal ve ırksal etmenlerden çok çevresel etmenlere bağlı olduğunu göstermektedir. Bu çevresel etmenlerin araştırılması çok önemlidir.
Son yıllarda, tümörün görülme sıklığının düşük olduğu ülkelerde artma, yüksek olduğu ülkelerde ise azalma eğilimi görülmektedir. Bu durum, bazı ülkelerde gerek sağlık gerek çevresel koşulların iyileşmesi sonucunda tümörün görülme oranının azaldığını, öte yandan “uygar” olarak nitelenen ülkelerde çevresel koşulların kötüleştiğini düşündürmektedir.
Coğrafi dağılımın yanı sıra, tümörün cinsiyete göre görülme sıklığı da farklıdır. Erkeklerde ve özellikle 50 ya-şın üzerindekilerde belirgin ölçüde çok görülür. Erkekte görülme oranı yüzde 60-80 arasında değişir.
Olası patolojik etmenler arasında ilk sırayı karaciğer sirozu alır. Bu nedenle uzun süre, sirozun bir preneoplastik (kanser öncesi) lezyonları olduğu iddia edilmiştir.
Tümörün sirozla birlikte görülmesine Afrika’da seyrek rastlanır. Karaciğer kanseri, çoğunlukla erkeklerde olmak üzere, çocukluk çağında da görülür (tümörlerin yüzde 4′ü). Dölütsel tipte epitel (döşeyici) hücrelerden oluşan “hepatoblastom” tümörü, genellikle yaşamın ilk üç yılında gelişir. Çocukluk çağında tümör ve siroz arasındaki bağlantıya erişkinlere oranla daha seyrek rastlanır.
Kanser ve Siroz
Siroza özgü kendini yenileme ve hücre değişiklikleri, kuramsal olarak kansere kadar uzanan olaylara neden olur.
Epidemiyolojik veriler, karaciğer kanseri ile siroz arasındaki ilişkinin yeniden değerlendirilmesi zorunluluğunu doğurmuştur. Gerçekte iki lezyonun ya-yılım alanları birbirine denk düşmemektedir.
Örneğin, Fransa sirozdan ölüm oranının en yüksek olduğu ülkedir. Ama Fransa aynı zamanda karaciğer kanserinin en düşük oranda görüldüğü ülkelerden biridir. Benzer verilere Şili, Meksika ve Almanya’da da rastlanmıştır. Oysa Güney Arrika ve Endonezya’da sirozdan ölüm çok düşükken, karaciğer kanserinin görülme sıklığı çok yüksektir.
Arrika ve Asya’da siroz yüzde 40 oranında kanserle bir arada görülür. Bu ülkelerde siroz olgularının büyük bölümü hepatit B virüsüne bağlıdır ve virüs taşıyıcılarının oranı çok yüksektir. Sirozun hepati virüslerine bağlı olmadığı Avrupa ve ABD’de ise sirozla kanserin birlikte görülme oranı yalnızca yüzde 5-15′tti.
Siroz ile karaciğer kanseri arasında bir ilişki vardır, ama burada belirleyici olan sirozun kendisinden çok ona yol açan etkendir. Sirozun başlıca iki nedeni vardır. Bunlardan biri hepatit B (ve hatta C) virüsü, Öbürü alkol ve çeşitli toksik (zehirli) maddelerdir. Her iki etken de kansere yatkınlık kazandırmaktadır. Aşın alkolün kanseri kolaylaştırıcı etkisi bağışıklık sistemini baskılamasına bağlanabilir. Hepatit B virüsü ile karaciğer kanseri arasındaki ilişki ise aşağıda ele alınmıştır.
Kanser ve Viral Hepatit
Karaciğer kanseriyle B tipi hepatit hastalığı arasında değil, ama B tipi hepatit virüsü arasında bir bağlantının varlığını gösteren çok sayıda veri elde edilmiştir. Gerçekten birçok kişinin kronik virüs taşıyıcısı olmakla birlikte hiçbir hepatit belirtisi göstermediği bilinmektedir.
Karaciğer kanserinin coğrafi olarak görülme sıklığı ile B tipi hepatit virüsü taşıyıcılarının dağılımı arasındaki örtüş-me bu açıdan ilginç bir gözlemdir, ama bilimsel açıdan yeterli değildir. Aynı coğrafi çakışma daha sonra göreceğimiz gibi aflatoksin ile zehirlenme oranları için de geçerlidir ve geçmişte kwas-hiorkor (protein yetersizliğine bağlı bir hastalık) olguları için kanıtlanmıştır. Coğrafi çakışma yalnızca birden çok hastalıkta rol oynayan çevresel etkenlerin varlığını gösterir. Ama bu hastalıklar arasında zorunlu olarak nedensel bir bağ bulunduğu anlamına gelmez.
İkinci bir veri karaciğer kanseri hastalarında hepatit virüsü antijenine (HBsAg ya da Avustralya antijeni) sağlıklı kişilerden 10-50 kez daha yüksek oranlarda rastlanmasıdır. HBsAg taşıyıcılarında karaciğer kanserine yakalanma riskinin taşıyıcı olmayanlara göre 270 kez fazla olduğu hesaplanmıştır. Bu risk örneğin sigara içenlerin akciğer kanserine yakalanma riskinden çok daha yüksektir.
Sirozsuz kanser olgularının büyük bölümü B tipi hepatit virüsü taşıyıcılarında ortaya çıkar.
Karaciğer kanserine yakalanma olasılığı yüksek kişiler yalnızca HBsAg taşıyıcıları değildir. Bu risk geçmişte B tipi virüs enfeksiyonu geçirmiş olan ve kanında yalnızca anti-HBc (B tipi virüsün kendisine karşı gelişmiş antikor) bulunan kişiler için de vardır.
Karaciğer kanserinin oluşumunda B tipi hepatit virüsü enfeksiyonunun rolüne ilişkin başka gözlemler de yapılmıştır. Tümörün genç yaştaki insanlarda da ortaya çıktığı Tayvan, Senegal, Kore gibi ülkelerde B tipi hepatit enfeksiyonunun dikey geçiş yapüğı, yani anneden bebeğe bulaştığı sık görülür. Hastalık gebelik sırasında etene yoluyla geçmediğinden, burada doğum sırasında bir bulaşma söz konusudur. Bu durumda taşıyıcı annelerden doğan bebeklerin uygun bir doğum sonrası koruyucu tedavi görmesi önem kazanmaktadır. Erken bir enfeksiyonun, karaciğerde tümör oluşma riskini 5-12 kez artırdığı sanılmaktadır.
Doğrudan insana bağlanmayan, ama öbür bilgilerle birlikte Önem kazanan bir başka deneysel veri daha vardır. B tipi hepatit virüsü kemirici hayvanlardan olan Amerika marmotuna bulaştmldığın-da yalmz akut ve kronik hepatit gelişmemekte, olguların yüzde 25′inde karaciğer kanserinden ölüm de görülmektedir.
Bu veriler kanserin gelişiminin yalnız j siroza değil, aslında siroza da yol açan B tipi hepatit virüsüne de bağlı olduğunu düşündürmektedir. Bazı uzmanlar B tipi hepatit virüsünün, tek başına kansere yol açmasa da başka etkenlerle birlikte bu hastalığın ortaya çıkması için gerekli olduğunu öne sürmektedirler. Birçok ülkede B tipi hepatit virüsüne karşı aşılama başlatılmıştır. Bu aşının yalnızca B tipi akut hepatiti değil, kronik karaciğer ilti-, habı olgularını, ayrıca sözü edilen varsa-1 yurtlar doğruysa sirozun ve bir ölçüde ka-1 raciğer kanserinin görülme sıklığını belirgin biçimde azaltması beklenmektedir.
Kanser ve Çevresel Zehirli (Toksik) Maddeler
Daha önce belirtilenlerin yanı sıra, çevresel zehirli maddelerin de hastalığa yo! açan (patojenik) etmenler olarak değerlendirilmesi gerekir, örneğin, pdi-metilaminoazobenzen (yağ şansı) ya da nitrozoaminler gibi bazı maddelerin, somut veriler olmamakla birlikte, karaciğer kanserine yol açtığı sanılmaktadır.
Son zamanlarda, birçok Avrupa ülkesinde yaygın olarak bulunan ve Hindistan gibi bazı ülkelerde demlenerek içilen kuşotundaki alkaloitler üzerinde durulmuştur. Bu maddelerin başka karaciğer hastalıklarına neden olmasına karşın kansere yol açmadığı kanıtlanmıştır.
Oysa mikotoksinler ve özellikle As-pergillus Flavus’un ürettiği aflatoksin-ler ciddi sorunlara yol açmaktadır. Bunlar özellikle tropikal ülkelerde, belirli ısı ve nem koşullarında korunan buğday ve fıstık başta olmak üzere, birçok tohum ve tahıla bulaşır.
Afiatoksinin kansere neden olduğu bazı deney hayvanlannda kesin olarak kanıtlanmıştır. İnsanlardaki kanser yapıcı etkisine ilişkin kesin bir veri olmamasına karşm, aflatoksin zehirlenmesinin coğrafi dağılımı karaciğer kanserinin dağılımına tam olarak uyar. Alman zehirli madde miktarı ile kanserin görülme sıklığı arasında bir ilişki vardır.
Göz önüne alınması gereken bir başka madde doğum kontrol haplarıdır. Bunlar uzun süre alınmaları durumunda karaciğer tümörüne neden olabilirler. Ama olguların büyük bölümünde iyi huylu tümörler (adenomlarj oluşturdukları gözlenir. Görülme oranı, her yıl doğum kontrol hapı kullanan 100 bin kadında 3-4′tür; tümörlerin yalnızca onda biri kötü huyludur. Bu nedenle doğum kontrol hapı kullanan bir kadında kötü huylu karaciğer tümörü oluşması olasılığı gerçekte çok düşüktür.
Belirtileri
Kötü huylu biçimler özgül bir belirti vemfıeden gelişir ve bir süre gizli kalabilirler. İlk belirtiler özellikle sağ yana yerleşen, omuza değin yayılan gezici karın ağrılarıdır. Bunun yanında hazımsızlık, iştahsızlık, bulantı ve kusma; genel olarak da kabızlık, karında dolgunluk ve ağırlık hissi görülür. Açlık ya da toklukla bağlantılı olmayan bu belirtiler, hastalığın ilerlemesiyle hızla ağırlaşır. Erken evresinde kansızlık ve halsizlik ortaya çıkar. Kilo kaybı, ödem (şişlik) ve karın zarı boşluğunda sıvı birikmesi nedeniyle fark edilmez. Olguların yüzde 20-80′inde, genellikle hafif şiddette bir sanlık görülür. Geçmişin araştırılması sonucunda olguların büyük bölümünde eskiden de sanlık bulunduğu ya da hastanın sirozlu olduğu anlaşılır.
Bazen kapı toplardamarmdaki yüksek basınç dalak büyümesi ve yemek borusu toplardamarının genişlemesi biçiminde kendini gösterir. Bu basınç artışı, daha önceden var olan bir siroza ya da kanserli dokunun yayılarak kapı toplar-damanndaki akımı bozmasına bağlıdır. Bacaklarda ani gelişen ödem (şişlik), buna eşlik eden yüzeyel karın toplardamar-İannın gerilmesi ve nefes darlığı, genellikle alt anatoplardamarın tümör nedeniyle tıkanmasının bir sonucudur. Bu evrede karaciğerin tümörün yayılmasına bağlı olarak yumrulu çıkıntılar biçiminde düzensiz olarak büyüdüğü saptanarak klinik tanı konabilir. Ama karaciğer kanseri genellikle otopside kesin olarak tanımlanabilir. Karaciğer büyümesinin, bir karaciğer tümörüne bağlı olabileceği çoğunlukla geç evrede düşünülmektedir.
Karaciğer kanseri olgularında özgül klinik biçimler gözlenmiştir. Kanserli dokunun yer yer Ölmesine (nekroz) bağlı ateşli biçim, oldukça sık görülür ve karaciğer apsesi ile karıştırılır. Çocuklardaki belirtiler, büyümenin durması, iştah kaybı ve karında kütle oluşumudur.
Seyrek olarak (yüzde 9) tümör karaciğer dışındaki bölgesel lenf bezlerine ve akciğerlere sıçrar. Tümöre bağlı pa-raneoplastik denen sendromlarla, yani tümöre özgü belirtilerle birlikte ya da öncesinde ortaya çıkan bir dizi bozukluk ve değişikliğe de (jinekomasti [özellikle erkeklerde memelerin gelişimi], kanda şeker ve kalsiyum düzeyinin yükselmesi) sık rastlanır. Tanı konmasından sonra ilk iki ay içinde ölümler görülür. Tedavi edilmeyen hastalann yaklaşık yansı ölür. Bazı hastalar ise tanının konmasından sonra üç yıl kadar yaşarlar. Karaciğer tümörlü hastalann yaşam beklentisindeki bu zamana yayılan değişiklik, klinik evreye ve tanı anındaki hastalığın ne ölçüde ilerlemiş olduğuna bağlıdır. Aynca tümörün hücresel farklılaşma derecesi de etkili olabilir.
Karaciğerin işlevini sürdürmesi ile hastanın yaşam beklentisi arasında belirgin bir bağıntı vardır. Olguların çoğunda Ölüm karaciğer komasına, genişlemiş yemek borusu toplardamarlarının yırtılmasına bağlı sindirim sistemi kanamasına ya da tümörün yırtılmasına bağlı kanniçi kanamaya bağlıdır. Bazı olgularda Ölüm karaciğer dışı metastazlara bağlı olarak gelişebilir. Genellikle iskelet, beyin, bölgesel lenf düğümleri ve karın zarında ortaya çıkan metastazlar olguların yüzde 5-10′unda klinik olarak belirlenebilir.
Tanı
Karaciğer tümörü kuşkusu olan bir hastada, bu tablo ile kanşabilecek başka hastalıkların bulunabileceği düşünülerek tanıya gidilmelidir. Tümörün varlığının kesinleşmesi durumunda kötü huylu mu yoksa iyi huylu mu olduğu belirlenmelidir. Cerrahi tedavi tümör saptandıktan sonra önerilir.
Kuşkulu karaciğer lezyonu olan hastalarda her zaman yapılması gereken incelemeler şunlardır: Kan sayımı, akyuvar hücre tiplerinin dağılımı, alyuvar çökme hızı (sedimantasyon), kan pıhtılaşma testleri; kanda alkalin fosfataz, bilirubin, transaminazlar ve albümin düzeyinin belirlenmesi; olağan koşullarda kanda bulunmayan alfafetoproteinin aranması.
Laboratuvarda elde edilen en anlamlı veri kanda yüksek düzeyde alfafe-toprotein (AFP) saptanmasıdır. DÖlüt-sel karaciğer hücresine özgü olan bu proteinin varlığı, karaciğerin kendisini yenilediğinin bir belirtisidir. Bu nedenle kanda karaciğer tümörü bulunmadığı zaman da, örneğin, akut bir karaciğer iltihabının iyileşme evresinde ya da kronik karaciğer iltihabının gidişi sırasında da belli bir oranda rastlanabilir. Ama tümöre bağlı bir büyüme olduğunda bu oran yüksek değerlere ulaşır.
Kanda AFP (alfafetoprotein) değerinin 400 ng/ml’nin (ng: nanogram [bir gramın milyarda birij) üstünde olması ya da 20 ng/ml’nin üzerinde saptanan değerlerin giderek hızla artmasıyla birlikte, ultrasonda tümöre özgü yapıların saptanması tanının konmasını sağlar. Karaciğer kanseri tanısında AFP’nin kullanılmasının hem avantajları, hem dezavantajları vardır. En büyük avantajı, incelemeyi ko-laylaştırmasıdır. Bn büyük dezavantajı ise, ilerlemiş evredeki karaciğer kanserlerinin yüzde 25′inde ve tümör çapı 2 cm’nin altındaki karaciğer kanseri olgularının yüzde 45′inde kan serumundaki AFP düzeylerinin yüksek çıkmamasıdır.
Tanının doğrulanması için ultrason, kolloidal altın ya da teknezyumla yapılan sintigrafi ve bilgisayarlı tomografi gibi bir dizi inceleme uygulanmalıdır. Daha sonra anjiyografi de (kontrast madde verilerek damar filmi çekilmesi) önerilebilir. Kesin ve güvenilir tam, ancak tümörün doğrudan görülebildiği ve biyopsinin alınabildiği laporoskopı (karın içinin mercek düzeneği olan bir boru ile gözlenmesi) ile konabilir.
Kendini yenileme gücü bakımından dikkate değer bir organ olmakla birlikte, karaciğerde gerek iyi, gerek kötü huylu birincil tümörlere seyrek rastlanır. Buna karşılık başka organlardan sıçrama yoluyla gelişen tümörler sık görülür. Bunun nedeni kendi atardamarıyla gelen kana ek olarak, genellikle birincil ve metastaz yoluyla gelişen tümörlerin sık yerleştiği bir yer olan mide-bağırsak kanalından gelen bütün kanın da karaciğere akmasıdır. Karaciğerin kendi hücrelerinden kaynaklanan kansere oldukça seyrek rastlanması nedeniyle karaciğerde görülen bir tümörün karaciğer kanseri olduğuna karar vermeden önce, sıçrama olasılığını dikkatle değerlendirmek gerekir.
Görülme Sıklığı
Karaciğerde oluşan birincil kanserin çok sık görüldüğü ülkelerin yanı sıra, bu olgunun orta sıklıkta rastlandığı coğrafi bölgeler de vardır. Birinci gruba örnek olarak tümörlerin yüzde 50’sinin 45 yaşın üzerindeki erkeklerde görüldüğü Bantular (bir Afrika halkı) verilebilir, ikinci gruba İspanya. Yunanistan, İtalya, İsviçre gibi Avrupa ülkeleri ve Hawaii gibi bazı Avrupa dışı ülkeler girer. Ayrıca Danimarka, İsveç, ABD, Şili ve Kanada gibi ülkelerde görülme oranı düşük ya da çok düşüktür.
Örneğin, Çin ve Mozambik gibi ülkelerde erkek nüfusta 100 bin kişide 100 olguya rastlanırken, bu oran Kanada’daki erkek nüfusta 100 binde 1,4′e geriler.
Tümörün yüksek oranda görüldüğü ülkelerden göç edenlerin ilk kuşağında hastalığa yakalanma oranı aynı kalmakta, ama sonraki kuşaklarda bu göçmenlerin yerleştikleri bölgedeki düzeye inmektedir.
Bu durum, bu tümöre yatkınlığın kalıtsal ve ırksal etmenlerden çok çevresel etmenlere bağlı olduğunu göstermektedir. Bu çevresel etmenlerin araştırılması çok önemlidir.
Son yıllarda, tümörün görülme sıklığının düşük olduğu ülkelerde artma, yüksek olduğu ülkelerde ise azalma eğilimi görülmektedir. Bu durum, bazı ülkelerde gerek sağlık gerek çevresel koşulların iyileşmesi sonucunda tümörün görülme oranının azaldığını, öte yandan “uygar” olarak nitelenen ülkelerde çevresel koşulların kötüleştiğini düşündürmektedir.
Coğrafi dağılımın yanı sıra, tümörün cinsiyete göre görülme sıklığı da farklıdır. Erkeklerde ve özellikle 50 ya-şın üzerindekilerde belirgin ölçüde çok görülür. Erkekte görülme oranı yüzde 60-80 arasında değişir.
Olası patolojik etmenler arasında ilk sırayı karaciğer sirozu alır. Bu nedenle uzun süre, sirozun bir preneoplastik (kanser öncesi) lezyonları olduğu iddia edilmiştir.
Tümörün sirozla birlikte görülmesine Afrika’da seyrek rastlanır. Karaciğer kanseri, çoğunlukla erkeklerde olmak üzere, çocukluk çağında da görülür (tümörlerin yüzde 4′ü). Dölütsel tipte epitel (döşeyici) hücrelerden oluşan “hepatoblastom” tümörü, genellikle yaşamın ilk üç yılında gelişir. Çocukluk çağında tümör ve siroz arasındaki bağlantıya erişkinlere oranla daha seyrek rastlanır.
Kanser ve Siroz
Siroza özgü kendini yenileme ve hücre değişiklikleri, kuramsal olarak kansere kadar uzanan olaylara neden olur.
Epidemiyolojik veriler, karaciğer kanseri ile siroz arasındaki ilişkinin yeniden değerlendirilmesi zorunluluğunu doğurmuştur. Gerçekte iki lezyonun ya-yılım alanları birbirine denk düşmemektedir.
Örneğin, Fransa sirozdan ölüm oranının en yüksek olduğu ülkedir. Ama Fransa aynı zamanda karaciğer kanserinin en düşük oranda görüldüğü ülkelerden biridir. Benzer verilere Şili, Meksika ve Almanya’da da rastlanmıştır. Oysa Güney Arrika ve Endonezya’da sirozdan ölüm çok düşükken, karaciğer kanserinin görülme sıklığı çok yüksektir.
Arrika ve Asya’da siroz yüzde 40 oranında kanserle bir arada görülür. Bu ülkelerde siroz olgularının büyük bölümü hepatit B virüsüne bağlıdır ve virüs taşıyıcılarının oranı çok yüksektir. Sirozun hepati virüslerine bağlı olmadığı Avrupa ve ABD’de ise sirozla kanserin birlikte görülme oranı yalnızca yüzde 5-15′tti.
Siroz ile karaciğer kanseri arasında bir ilişki vardır, ama burada belirleyici olan sirozun kendisinden çok ona yol açan etkendir. Sirozun başlıca iki nedeni vardır. Bunlardan biri hepatit B (ve hatta C) virüsü, Öbürü alkol ve çeşitli toksik (zehirli) maddelerdir. Her iki etken de kansere yatkınlık kazandırmaktadır. Aşın alkolün kanseri kolaylaştırıcı etkisi bağışıklık sistemini baskılamasına bağlanabilir. Hepatit B virüsü ile karaciğer kanseri arasındaki ilişki ise aşağıda ele alınmıştır.
Kanser ve Viral Hepatit
Karaciğer kanseriyle B tipi hepatit hastalığı arasında değil, ama B tipi hepatit virüsü arasında bir bağlantının varlığını gösteren çok sayıda veri elde edilmiştir. Gerçekten birçok kişinin kronik virüs taşıyıcısı olmakla birlikte hiçbir hepatit belirtisi göstermediği bilinmektedir.
Karaciğer kanserinin coğrafi olarak görülme sıklığı ile B tipi hepatit virüsü taşıyıcılarının dağılımı arasındaki örtüş-me bu açıdan ilginç bir gözlemdir, ama bilimsel açıdan yeterli değildir. Aynı coğrafi çakışma daha sonra göreceğimiz gibi aflatoksin ile zehirlenme oranları için de geçerlidir ve geçmişte kwas-hiorkor (protein yetersizliğine bağlı bir hastalık) olguları için kanıtlanmıştır. Coğrafi çakışma yalnızca birden çok hastalıkta rol oynayan çevresel etkenlerin varlığını gösterir. Ama bu hastalıklar arasında zorunlu olarak nedensel bir bağ bulunduğu anlamına gelmez.
İkinci bir veri karaciğer kanseri hastalarında hepatit virüsü antijenine (HBsAg ya da Avustralya antijeni) sağlıklı kişilerden 10-50 kez daha yüksek oranlarda rastlanmasıdır. HBsAg taşıyıcılarında karaciğer kanserine yakalanma riskinin taşıyıcı olmayanlara göre 270 kez fazla olduğu hesaplanmıştır. Bu risk örneğin sigara içenlerin akciğer kanserine yakalanma riskinden çok daha yüksektir.
Sirozsuz kanser olgularının büyük bölümü B tipi hepatit virüsü taşıyıcılarında ortaya çıkar.
Karaciğer kanserine yakalanma olasılığı yüksek kişiler yalnızca HBsAg taşıyıcıları değildir. Bu risk geçmişte B tipi virüs enfeksiyonu geçirmiş olan ve kanında yalnızca anti-HBc (B tipi virüsün kendisine karşı gelişmiş antikor) bulunan kişiler için de vardır.
Karaciğer kanserinin oluşumunda B tipi hepatit virüsü enfeksiyonunun rolüne ilişkin başka gözlemler de yapılmıştır. Tümörün genç yaştaki insanlarda da ortaya çıktığı Tayvan, Senegal, Kore gibi ülkelerde B tipi hepatit enfeksiyonunun dikey geçiş yapüğı, yani anneden bebeğe bulaştığı sık görülür. Hastalık gebelik sırasında etene yoluyla geçmediğinden, burada doğum sırasında bir bulaşma söz konusudur. Bu durumda taşıyıcı annelerden doğan bebeklerin uygun bir doğum sonrası koruyucu tedavi görmesi önem kazanmaktadır. Erken bir enfeksiyonun, karaciğerde tümör oluşma riskini 5-12 kez artırdığı sanılmaktadır.
Doğrudan insana bağlanmayan, ama öbür bilgilerle birlikte Önem kazanan bir başka deneysel veri daha vardır. B tipi hepatit virüsü kemirici hayvanlardan olan Amerika marmotuna bulaştmldığın-da yalmz akut ve kronik hepatit gelişmemekte, olguların yüzde 25′inde karaciğer kanserinden ölüm de görülmektedir.
Bu veriler kanserin gelişiminin yalnız j siroza değil, aslında siroza da yol açan B tipi hepatit virüsüne de bağlı olduğunu düşündürmektedir. Bazı uzmanlar B tipi hepatit virüsünün, tek başına kansere yol açmasa da başka etkenlerle birlikte bu hastalığın ortaya çıkması için gerekli olduğunu öne sürmektedirler. Birçok ülkede B tipi hepatit virüsüne karşı aşılama başlatılmıştır. Bu aşının yalnızca B tipi akut hepatiti değil, kronik karaciğer ilti-, habı olgularını, ayrıca sözü edilen varsa-1 yurtlar doğruysa sirozun ve bir ölçüde ka-1 raciğer kanserinin görülme sıklığını belirgin biçimde azaltması beklenmektedir.
Kanser ve Çevresel Zehirli (Toksik) Maddeler
Daha önce belirtilenlerin yanı sıra, çevresel zehirli maddelerin de hastalığa yo! açan (patojenik) etmenler olarak değerlendirilmesi gerekir, örneğin, pdi-metilaminoazobenzen (yağ şansı) ya da nitrozoaminler gibi bazı maddelerin, somut veriler olmamakla birlikte, karaciğer kanserine yol açtığı sanılmaktadır.
Son zamanlarda, birçok Avrupa ülkesinde yaygın olarak bulunan ve Hindistan gibi bazı ülkelerde demlenerek içilen kuşotundaki alkaloitler üzerinde durulmuştur. Bu maddelerin başka karaciğer hastalıklarına neden olmasına karşın kansere yol açmadığı kanıtlanmıştır.
Oysa mikotoksinler ve özellikle As-pergillus Flavus’un ürettiği aflatoksin-ler ciddi sorunlara yol açmaktadır. Bunlar özellikle tropikal ülkelerde, belirli ısı ve nem koşullarında korunan buğday ve fıstık başta olmak üzere, birçok tohum ve tahıla bulaşır.
Afiatoksinin kansere neden olduğu bazı deney hayvanlannda kesin olarak kanıtlanmıştır. İnsanlardaki kanser yapıcı etkisine ilişkin kesin bir veri olmamasına karşm, aflatoksin zehirlenmesinin coğrafi dağılımı karaciğer kanserinin dağılımına tam olarak uyar. Alman zehirli madde miktarı ile kanserin görülme sıklığı arasında bir ilişki vardır.
Göz önüne alınması gereken bir başka madde doğum kontrol haplarıdır. Bunlar uzun süre alınmaları durumunda karaciğer tümörüne neden olabilirler. Ama olguların büyük bölümünde iyi huylu tümörler (adenomlarj oluşturdukları gözlenir. Görülme oranı, her yıl doğum kontrol hapı kullanan 100 bin kadında 3-4′tür; tümörlerin yalnızca onda biri kötü huyludur. Bu nedenle doğum kontrol hapı kullanan bir kadında kötü huylu karaciğer tümörü oluşması olasılığı gerçekte çok düşüktür.
Belirtileri
Kötü huylu biçimler özgül bir belirti vemfıeden gelişir ve bir süre gizli kalabilirler. İlk belirtiler özellikle sağ yana yerleşen, omuza değin yayılan gezici karın ağrılarıdır. Bunun yanında hazımsızlık, iştahsızlık, bulantı ve kusma; genel olarak da kabızlık, karında dolgunluk ve ağırlık hissi görülür. Açlık ya da toklukla bağlantılı olmayan bu belirtiler, hastalığın ilerlemesiyle hızla ağırlaşır. Erken evresinde kansızlık ve halsizlik ortaya çıkar. Kilo kaybı, ödem (şişlik) ve karın zarı boşluğunda sıvı birikmesi nedeniyle fark edilmez. Olguların yüzde 20-80′inde, genellikle hafif şiddette bir sanlık görülür. Geçmişin araştırılması sonucunda olguların büyük bölümünde eskiden de sanlık bulunduğu ya da hastanın sirozlu olduğu anlaşılır.
Bazen kapı toplardamarmdaki yüksek basınç dalak büyümesi ve yemek borusu toplardamarının genişlemesi biçiminde kendini gösterir. Bu basınç artışı, daha önceden var olan bir siroza ya da kanserli dokunun yayılarak kapı toplar-damanndaki akımı bozmasına bağlıdır. Bacaklarda ani gelişen ödem (şişlik), buna eşlik eden yüzeyel karın toplardamar-İannın gerilmesi ve nefes darlığı, genellikle alt anatoplardamarın tümör nedeniyle tıkanmasının bir sonucudur. Bu evrede karaciğerin tümörün yayılmasına bağlı olarak yumrulu çıkıntılar biçiminde düzensiz olarak büyüdüğü saptanarak klinik tanı konabilir. Ama karaciğer kanseri genellikle otopside kesin olarak tanımlanabilir. Karaciğer büyümesinin, bir karaciğer tümörüne bağlı olabileceği çoğunlukla geç evrede düşünülmektedir.
Karaciğer kanseri olgularında özgül klinik biçimler gözlenmiştir. Kanserli dokunun yer yer Ölmesine (nekroz) bağlı ateşli biçim, oldukça sık görülür ve karaciğer apsesi ile karıştırılır. Çocuklardaki belirtiler, büyümenin durması, iştah kaybı ve karında kütle oluşumudur.
Seyrek olarak (yüzde 9) tümör karaciğer dışındaki bölgesel lenf bezlerine ve akciğerlere sıçrar. Tümöre bağlı pa-raneoplastik denen sendromlarla, yani tümöre özgü belirtilerle birlikte ya da öncesinde ortaya çıkan bir dizi bozukluk ve değişikliğe de (jinekomasti [özellikle erkeklerde memelerin gelişimi], kanda şeker ve kalsiyum düzeyinin yükselmesi) sık rastlanır. Tanı konmasından sonra ilk iki ay içinde ölümler görülür. Tedavi edilmeyen hastalann yaklaşık yansı ölür. Bazı hastalar ise tanının konmasından sonra üç yıl kadar yaşarlar. Karaciğer tümörlü hastalann yaşam beklentisindeki bu zamana yayılan değişiklik, klinik evreye ve tanı anındaki hastalığın ne ölçüde ilerlemiş olduğuna bağlıdır. Aynca tümörün hücresel farklılaşma derecesi de etkili olabilir.
Karaciğerin işlevini sürdürmesi ile hastanın yaşam beklentisi arasında belirgin bir bağıntı vardır. Olguların çoğunda Ölüm karaciğer komasına, genişlemiş yemek borusu toplardamarlarının yırtılmasına bağlı sindirim sistemi kanamasına ya da tümörün yırtılmasına bağlı kanniçi kanamaya bağlıdır. Bazı olgularda Ölüm karaciğer dışı metastazlara bağlı olarak gelişebilir. Genellikle iskelet, beyin, bölgesel lenf düğümleri ve karın zarında ortaya çıkan metastazlar olguların yüzde 5-10′unda klinik olarak belirlenebilir.
Tanı
Karaciğer tümörü kuşkusu olan bir hastada, bu tablo ile kanşabilecek başka hastalıkların bulunabileceği düşünülerek tanıya gidilmelidir. Tümörün varlığının kesinleşmesi durumunda kötü huylu mu yoksa iyi huylu mu olduğu belirlenmelidir. Cerrahi tedavi tümör saptandıktan sonra önerilir.
Kuşkulu karaciğer lezyonu olan hastalarda her zaman yapılması gereken incelemeler şunlardır: Kan sayımı, akyuvar hücre tiplerinin dağılımı, alyuvar çökme hızı (sedimantasyon), kan pıhtılaşma testleri; kanda alkalin fosfataz, bilirubin, transaminazlar ve albümin düzeyinin belirlenmesi; olağan koşullarda kanda bulunmayan alfafetoproteinin aranması.
Laboratuvarda elde edilen en anlamlı veri kanda yüksek düzeyde alfafe-toprotein (AFP) saptanmasıdır. DÖlüt-sel karaciğer hücresine özgü olan bu proteinin varlığı, karaciğerin kendisini yenilediğinin bir belirtisidir. Bu nedenle kanda karaciğer tümörü bulunmadığı zaman da, örneğin, akut bir karaciğer iltihabının iyileşme evresinde ya da kronik karaciğer iltihabının gidişi sırasında da belli bir oranda rastlanabilir. Ama tümöre bağlı bir büyüme olduğunda bu oran yüksek değerlere ulaşır.
Kanda AFP (alfafetoprotein) değerinin 400 ng/ml’nin (ng: nanogram [bir gramın milyarda birij) üstünde olması ya da 20 ng/ml’nin üzerinde saptanan değerlerin giderek hızla artmasıyla birlikte, ultrasonda tümöre özgü yapıların saptanması tanının konmasını sağlar. Karaciğer kanseri tanısında AFP’nin kullanılmasının hem avantajları, hem dezavantajları vardır. En büyük avantajı, incelemeyi ko-laylaştırmasıdır. Bn büyük dezavantajı ise, ilerlemiş evredeki karaciğer kanserlerinin yüzde 25′inde ve tümör çapı 2 cm’nin altındaki karaciğer kanseri olgularının yüzde 45′inde kan serumundaki AFP düzeylerinin yüksek çıkmamasıdır.
Tanının doğrulanması için ultrason, kolloidal altın ya da teknezyumla yapılan sintigrafi ve bilgisayarlı tomografi gibi bir dizi inceleme uygulanmalıdır. Daha sonra anjiyografi de (kontrast madde verilerek damar filmi çekilmesi) önerilebilir. Kesin ve güvenilir tam, ancak tümörün doğrudan görülebildiği ve biyopsinin alınabildiği laporoskopı (karın içinin mercek düzeneği olan bir boru ile gözlenmesi) ile konabilir.
KARACİĞER YETMEZLİĞİ
KARACİĞER YETMEZLİĞİ
Karaciğerin işlevlerinin bir bölümünü ya da tamamını yerine getirememesinden kaynaklanan bozukluklara çok sık rastlanır. Karaciğer işlevlerinin çokluğu ve çeşitliliği düşünülürse bunlardan bir ya da birkaçının değişen ölçülerde aksama olasılığının yüksekliği de kolayca anlaşılabilir.
Karaciğer işlevlerinin büyük Ölçüde aksamadığı olgulara bazen “küçük karaciğer yetmezliği” adı verilir. Gerçekte bu tanının dayandırıldığı belirtiler birbirinden çok farklıdır; sindirim güçlüğü, bulantı, karında gaz fazlalığı öğünlerden sonra uyku eğilimi, baş ağrısı, bedensel, ruhsal ve cinsel güçsüzlük, urtiker ve egzama gibi çeşitli deri belirtileri tanıya temel olabilir. Bir başka deyişle, hastalığı oluşturan belirtiler bütünü (sendrom) çok belirsizdir; karaciğerdeki işlevsel bozukluk tam olarak ortaya konamaz ve belirtilerin çeşitliliğini ne ölçüde etkilediği bilinemez. Bazı hekimler küçük karaciğer yetmezliğini bir tür “moda” hastalık olarak nitelemekte, belirtilerin değişkenliğini de buna bağlamaktadır.
Tanıda dikkat edilmesi gereken bazı noktalar vardır. Örneğin, sindirim ve emilim sorunlan karaciğer hastalığıyla birlikte ortaya çıkan, ama bundan kaynaklanmayan pankreas ve mide-bağırsak sistemi bozukluklarına bağlı olabilir. Bazen sindirim güçlüğünün temelinde psikosomatık süreçler yatar; “karaciğer hastalığı” olduğunu bilmek hastada endişe ve bunaltıya yol açabilir. Hepatit sonrasında gelişen sindirim güçlüğü ve sinırsel-ruhsal hastalıklar aynı nedenden kaynaklanabilir. Karaciğer bazen alerjik deri döküntülerinin ve baş ağrısının nedeni olarak görülür. Karaciğerin zehirsizleştirici (toksinleri giderici) etkisi yetersiz kaldığı zaman hastaya verilen ilaçlara ya da besinlere karşı aşın duyarlılık gelişebilir. Ama yeterli kanıt olmadan genelleme yapmamak gerekir.
Karaciğerin temel işlevlerinde hafif de olsa bir aksama bulunduğunu gösteren kesin kanıtlar olmadan “küçük karaciğer yetmezliği” tanısı konamaz. Safra tuzlarının oluşum ve salgılanmasında belirgin bir bozukluk varsa karaciğere bağlı sindirim güçlüğünden söz edilebilir. Karaciğerinin şişmiş olduğu saptanan hastalarda öğünlerden sonra midede ağırlık, ağızda acılık, sindirim güçlüğü gibi yakınmalar genellikle karaciğer şişmesi ile açıklanır; oysa bazen bunlar karaciğerdeki bir virüs enfeksiyonu sonucunda ortaya çıkar.
Çeşitli derecelerdeki karaciğer yetmezliğinden ancak karaciğer işlevlerinde gerçekten bir bozukluk varsa söz edilebilir. Karaciğer yetmezliğinin genel olarak üç biçimi vardır:
• Hafif.
• Gittikçe ağırlaşan.
• Ağır (karaciğer koması ve koma öncesı).
Kuşkusuz bunların kesin sınırlarla birbirinden ayrıldığı söylenemez, çünkü belirtiler aşamalı olarak ağırlaşır ve belli ölçüde öbürlerinden ayrılır.
HAFİF KARACİĞER YETMEZLİĞİ
Ağır olmayan bütün yaygın karaciğer hastalıklarına kural olarak hafif karaciğer yetmezliği de eşlik eder. Nedeni çeşitli enfeksiyon etkenleri, ilaç ya da besin kökenli zehirli maddeler olabilir. Sağ karıncık yetmezliği gibi sorunlara bağlı olarak toplardamar da hafif kan göllenmesi ve başlangıç aşamasındaki safra tıkanmaları da hafif karaciğer yetmezliğine neden olur.
Öznel ve nesnel belirtiler kuşkusuz yetmezliğin nedenine göre değişir. Bununla birlikte genel bir hastalık tablosundan söz edilebilir.
Hasta genellikle biraz halsizdir. Hafif bir ruhsal çöküntü eğilimi, orta derecede iştahsızlık ve ağızda acılık görülür; zayıflama genellikle fazla değildir. Sindirim güçleşmiştir; mide üstünde ağırlık duygusu vardır. Bazen ishal, bazen kabızlık görülür. Yemekten sonra uyku bastırır ve çoğu kez kaşıntı ortaya çıkar.
Muayenede belirgin bir gaz fazlalığı gözlenir. Karaciğer hacmi ve sertliği biraz artmıştır; daha da önemlisi elle bastırıldığında ağrılıdır. Bu ağrı özellikle önemli bir belirtidir, çünkü muayenede yalnızca karaciğerin ele gelmesi, karaciğer hastalığı vs yetmezliği tanısı koymaya yetmez. Karaciğerin ele gelmesi göğüs tabanının geniş olmasından ya da karaciğer sarkmasından kaynaklanabilir. Karaciğer sarkması yapısal olabileceği gibi gergin kişilerde diyaframın kasılması nedeniyle de oluşabilir.
Değişik tipte deri belirtileri çok önemlidir. Kaşıntı her zaman değilse bile çoğunlukla safra tuzlarının atılmasındaki bozukluğa bağlıdır. Kanda kolesterol düzeyinin yükselmesi gözkapakları çevresinde hafif kabarık sarı lekelerin (ksantelazma) oluşmasına yol açar. Tipik belirtilerden biri de genellikle vücudun üst yarısında (özellikle göğüste, yüzde, kollarda, el üstünde) görülen ince damar “yıldızları” ya da bir merkezden yayılan küçük damar genişlemeleridir (telanjiyektazi).
Bunlar merkezde küçük bir atardamar ile bundan örümcek ayağı biçiminde çevreye dağılan birçok küçük damarcıktan oluşur. Çapları topluiğne başından yarım cm’ye kadar değişebilir. Merkezlerine bastırıldığında toplardamar yıldızlarından farklı olarak solarlar. Karaciğer işlevleri düzeldiğinde ise yok olurlar. “Örümceksi ben” olarak da bilinen bu oluşumların nasıl ortaya çıktığı tam aydınlatılamamıştır. Tıpkı sirozda avuç içlerinin kızarması gibi bunların da karaciğerin etkisizleştiremediği östrojen hormonunun artmasından kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Ama bu kuramın güvenilir bir temeli yoktur.
Deride aynca zehirli maddelere ya da alerjiye bağlı ürtiker benzeri belirtiler ve pigment artışına bağlı koyu renk lekeler de görülebilir.
Laboratuvar verilerinden en önemlisi idrarda ürobilin düzeyinin yüksekliğidir. Kandaki direkt ve indirekt bilirubin düzeyi de bir miktar artmıştır. Plazma protronıbin etkinliğinde bu aşamada önemli bir azalma yoktur. Bromsülfoftalein temizlenme hızı bir ölçüde uzamıştır (45 dakika sonra yüzde 5-15′i kalır). Kanda demir düzeyi yükselebilir. Kan transaminazları bazen hafif artar, ama bazı olgularda normalin iki ya da üç katına ulaşabilir. Serum proteinleri dengesinde önemli bir bozukluk yoktur. Kanda toplam kolesterol artabilir; esterleşmiş ve toplam kolesterol arasındaki oran hemen her zaman düşmüştür
Karaciğerin işlevlerinin bir bölümünü ya da tamamını yerine getirememesinden kaynaklanan bozukluklara çok sık rastlanır. Karaciğer işlevlerinin çokluğu ve çeşitliliği düşünülürse bunlardan bir ya da birkaçının değişen ölçülerde aksama olasılığının yüksekliği de kolayca anlaşılabilir.
Karaciğer işlevlerinin büyük Ölçüde aksamadığı olgulara bazen “küçük karaciğer yetmezliği” adı verilir. Gerçekte bu tanının dayandırıldığı belirtiler birbirinden çok farklıdır; sindirim güçlüğü, bulantı, karında gaz fazlalığı öğünlerden sonra uyku eğilimi, baş ağrısı, bedensel, ruhsal ve cinsel güçsüzlük, urtiker ve egzama gibi çeşitli deri belirtileri tanıya temel olabilir. Bir başka deyişle, hastalığı oluşturan belirtiler bütünü (sendrom) çok belirsizdir; karaciğerdeki işlevsel bozukluk tam olarak ortaya konamaz ve belirtilerin çeşitliliğini ne ölçüde etkilediği bilinemez. Bazı hekimler küçük karaciğer yetmezliğini bir tür “moda” hastalık olarak nitelemekte, belirtilerin değişkenliğini de buna bağlamaktadır.
Tanıda dikkat edilmesi gereken bazı noktalar vardır. Örneğin, sindirim ve emilim sorunlan karaciğer hastalığıyla birlikte ortaya çıkan, ama bundan kaynaklanmayan pankreas ve mide-bağırsak sistemi bozukluklarına bağlı olabilir. Bazen sindirim güçlüğünün temelinde psikosomatık süreçler yatar; “karaciğer hastalığı” olduğunu bilmek hastada endişe ve bunaltıya yol açabilir. Hepatit sonrasında gelişen sindirim güçlüğü ve sinırsel-ruhsal hastalıklar aynı nedenden kaynaklanabilir. Karaciğer bazen alerjik deri döküntülerinin ve baş ağrısının nedeni olarak görülür. Karaciğerin zehirsizleştirici (toksinleri giderici) etkisi yetersiz kaldığı zaman hastaya verilen ilaçlara ya da besinlere karşı aşın duyarlılık gelişebilir. Ama yeterli kanıt olmadan genelleme yapmamak gerekir.
Karaciğerin temel işlevlerinde hafif de olsa bir aksama bulunduğunu gösteren kesin kanıtlar olmadan “küçük karaciğer yetmezliği” tanısı konamaz. Safra tuzlarının oluşum ve salgılanmasında belirgin bir bozukluk varsa karaciğere bağlı sindirim güçlüğünden söz edilebilir. Karaciğerinin şişmiş olduğu saptanan hastalarda öğünlerden sonra midede ağırlık, ağızda acılık, sindirim güçlüğü gibi yakınmalar genellikle karaciğer şişmesi ile açıklanır; oysa bazen bunlar karaciğerdeki bir virüs enfeksiyonu sonucunda ortaya çıkar.
Çeşitli derecelerdeki karaciğer yetmezliğinden ancak karaciğer işlevlerinde gerçekten bir bozukluk varsa söz edilebilir. Karaciğer yetmezliğinin genel olarak üç biçimi vardır:
• Hafif.
• Gittikçe ağırlaşan.
• Ağır (karaciğer koması ve koma öncesı).
Kuşkusuz bunların kesin sınırlarla birbirinden ayrıldığı söylenemez, çünkü belirtiler aşamalı olarak ağırlaşır ve belli ölçüde öbürlerinden ayrılır.
HAFİF KARACİĞER YETMEZLİĞİ
Ağır olmayan bütün yaygın karaciğer hastalıklarına kural olarak hafif karaciğer yetmezliği de eşlik eder. Nedeni çeşitli enfeksiyon etkenleri, ilaç ya da besin kökenli zehirli maddeler olabilir. Sağ karıncık yetmezliği gibi sorunlara bağlı olarak toplardamar da hafif kan göllenmesi ve başlangıç aşamasındaki safra tıkanmaları da hafif karaciğer yetmezliğine neden olur.
Öznel ve nesnel belirtiler kuşkusuz yetmezliğin nedenine göre değişir. Bununla birlikte genel bir hastalık tablosundan söz edilebilir.
Hasta genellikle biraz halsizdir. Hafif bir ruhsal çöküntü eğilimi, orta derecede iştahsızlık ve ağızda acılık görülür; zayıflama genellikle fazla değildir. Sindirim güçleşmiştir; mide üstünde ağırlık duygusu vardır. Bazen ishal, bazen kabızlık görülür. Yemekten sonra uyku bastırır ve çoğu kez kaşıntı ortaya çıkar.
Muayenede belirgin bir gaz fazlalığı gözlenir. Karaciğer hacmi ve sertliği biraz artmıştır; daha da önemlisi elle bastırıldığında ağrılıdır. Bu ağrı özellikle önemli bir belirtidir, çünkü muayenede yalnızca karaciğerin ele gelmesi, karaciğer hastalığı vs yetmezliği tanısı koymaya yetmez. Karaciğerin ele gelmesi göğüs tabanının geniş olmasından ya da karaciğer sarkmasından kaynaklanabilir. Karaciğer sarkması yapısal olabileceği gibi gergin kişilerde diyaframın kasılması nedeniyle de oluşabilir.
Değişik tipte deri belirtileri çok önemlidir. Kaşıntı her zaman değilse bile çoğunlukla safra tuzlarının atılmasındaki bozukluğa bağlıdır. Kanda kolesterol düzeyinin yükselmesi gözkapakları çevresinde hafif kabarık sarı lekelerin (ksantelazma) oluşmasına yol açar. Tipik belirtilerden biri de genellikle vücudun üst yarısında (özellikle göğüste, yüzde, kollarda, el üstünde) görülen ince damar “yıldızları” ya da bir merkezden yayılan küçük damar genişlemeleridir (telanjiyektazi).
Bunlar merkezde küçük bir atardamar ile bundan örümcek ayağı biçiminde çevreye dağılan birçok küçük damarcıktan oluşur. Çapları topluiğne başından yarım cm’ye kadar değişebilir. Merkezlerine bastırıldığında toplardamar yıldızlarından farklı olarak solarlar. Karaciğer işlevleri düzeldiğinde ise yok olurlar. “Örümceksi ben” olarak da bilinen bu oluşumların nasıl ortaya çıktığı tam aydınlatılamamıştır. Tıpkı sirozda avuç içlerinin kızarması gibi bunların da karaciğerin etkisizleştiremediği östrojen hormonunun artmasından kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Ama bu kuramın güvenilir bir temeli yoktur.
Deride aynca zehirli maddelere ya da alerjiye bağlı ürtiker benzeri belirtiler ve pigment artışına bağlı koyu renk lekeler de görülebilir.
Laboratuvar verilerinden en önemlisi idrarda ürobilin düzeyinin yüksekliğidir. Kandaki direkt ve indirekt bilirubin düzeyi de bir miktar artmıştır. Plazma protronıbin etkinliğinde bu aşamada önemli bir azalma yoktur. Bromsülfoftalein temizlenme hızı bir ölçüde uzamıştır (45 dakika sonra yüzde 5-15′i kalır). Kanda demir düzeyi yükselebilir. Kan transaminazları bazen hafif artar, ama bazı olgularda normalin iki ya da üç katına ulaşabilir. Serum proteinleri dengesinde önemli bir bozukluk yoktur. Kanda toplam kolesterol artabilir; esterleşmiş ve toplam kolesterol arasındaki oran hemen her zaman düşmüştür
Endogastrik aspirasyon denince ne anlaşılır?
Endogastrik aspirasyon denince ne anlaşılır?
Endogastrik aspirasyon burun yoluyla mideye yerleştirilen bir sonda aracılığıyla mide özsuyunun emilmesidir. Amaç mide İle bağırsakta birikmiş olan sıvıyı dışan çekerek bağırsak duvarlan üzerindeki basıncı azaltmaktır.
Endogastrik aspirasyon burun yoluyla mideye yerleştirilen bir sonda aracılığıyla mide özsuyunun emilmesidir. Amaç mide İle bağırsakta birikmiş olan sıvıyı dışan çekerek bağırsak duvarlan üzerindeki basıncı azaltmaktır.
KANSIZLIK Vitamini Eksikliğine Bağlı Kansızlık
KANSIZLIK
Vitamini Eksikliğine Bağlı Kansızlık
( Birinci bölümde kansızlıkların kemik iliğinin yetersiz hemoglobin ve/ya da alyuvar üretimine bağlı olabileceği, ayrıca aşın alyuvar yıkımından da (he-moliz) kaynaklanabileceği belirtilmişti. Bu bölümde incelenen ve tıpta yaygın biçimde pernisyöz anemi adıyla tanınan Bî2 vitamini eksikliğine bağlı kansızlık ile bu tipin benzerleri ilk grupta yer alan bozukluklardır. Yani bu kansızlıkların temel nedeni kemik iliğinin kan üretme yetersizliği ya da bozukluğudur. Alyuvarların aşın büyük olması, ortaya çıkan kansızlığın hem başlıca belirtisi, hem de ayırt edici özelliğidir. Bu nedenle pernisyöz anemi büyük hücreli kansızlık olarak nitelenebilir. Ayrıca pernisyöz anemi için hiperkrom kansızlık terimi de kullanılmıştır. Ama dolaşımdaki ortalama alyuvar hemoglobin yoğunluğunun normalin altında kaldığı unutulmamalıdır. Büyük hücreli kansızlık adı altında toplanan çeşitli kansızlık tipleri vardır. Bunlardan pernisyöz anemi dışında kalanların ortaya çıkmasına neden olan mekanizmalar kesin biçimde belirlenebilmektedir. Pernisyöz anemi de tıptaki büyük gelişmeler sayesinde önemli Ölçüde tanınmıştır. Ama bozukluğu ortaya çıkaran neden, yani mide mukozasındaki hücrelerin ürettiği özetkenin (entrensek faktör) eksikliğine yol açan mekanizma belirsizliğini korumaktadır. Bu özetkenin işlevi ve öneminden daha sonra söz edilecektir.
Latince kökenli olan pernisyöz sözcüğü kötü huylu, yıkıcı, öldürücü anlamına gelir. Eskiden bu kansızlığın ölümcül olması ve yaygm biçimde görülmesi nedeniyle kullmknışür. Günü’ müzde ise B^-vitaminiyle tedavi bütün olumsuz gelişmeleri ortadan kaldırabilmektedir. Bu nedenle pernisyöz anemi yerine B12 vitamini eksikliğine bağlı kansızlık demek daha doğru olacaktır.
ALYUVARLARIN OLUŞUMU
Alyuvarları üreten hücreler vücudun en hızlı çalışan birimleri arasında yer alır.Alyuvarlar yaklaşık 4 ay yaşar. Dolaşımdaki alyuvar sayısını sabit tutmak için kemik iliğinin kana sürekli olarak alyuvar vermesi gerekir. Bu görevi üstlenen hücrelerin alyuvar oluşturabilmek için iki temel madde üretmeleri gerekir: Ribo-nükleik asit (RNA) ve dezoksiribonükle-ik asit (DNA). B12 vitamini bu maddelerin üretilmesini sağlayan tepkimelerde yer alır ve eksikliği kemik iliğinin etkinliğini önemli ölçüde azaltır. Kemik iliğinin azalmasıyla kana yeterli alyuvar verilememesi kansızlığa neden olur. Bu arada Üretilen alyuvarların biçimi de bozulur. Normal biçimlerini yitirmiş büyük hücreli alyuvarlar ortaya çıkar.
Eksikliği büyük hücreli kansızlığa neden olan başka bir madde ise folik asittir. Bu asit C vitamininin etkisiyle folinik asite dönüştükten sonra DNA sentezini kolaylaştırarak etkisini gösterir. Bu nedenle, folik asit eksikliği, B12 vitamininkiyle aynı sonuçlara yol açarak büyük hücreli alyuvarların gelişmesine neden olur. Bu alyuvarların merkezleri daha açık renktedir
NEDENLERİ
B12 vitamini ve folik asit vücuda besinlerle alınır. Eksiklikleri yetersiz beslenmeden kaynaklanabilir. Aşırı beslenme yetersizliği ve dengesizliğinden kaynaklanabilecek bu olasılık çoğu ülkede ender görülür ve ancak açlık çeken bölgelerde söz konusu olabilir. Öte yandan, yeterli ölçüde alınsa bile bu iki madde bağırsaklardan yeterince emilemiyebilir. Emilimin engellenmesi çeşitli nedenlere bağlı olabilir. İncebağırsakta emilimi engelleyen bir iltihap (enterit), besinlerin sindirim kanalından hızla geçmesine yol açarak emilime fırsat bırakmayan ishal söz konusu olabilir. Ama daha sık olarak sorun mideden kaynaklanır. Çok başarılı sonuçların elde edildiği deneylerle B^ vitamininin emiliminde mide salgısının öneminin ortaya konmasından bu yana yaklaşık 60 yıl geçmiştir. O döneme değin hastalığa karşı etkili ilaçlar bilinmediğinden pernîsyöz anemili hastalan kurtaracak etkili hiç bir şey yapılamıyordu. Deneyler sırasında hastaya sağlıklı bir kişinin mide salgısı tarafından sindirilmiş dana eti verildiğinde belirgin biçimde iyileşme görülüyor, oysa sindirilmemiş dana eti ya da yalnızca mide salgısı verildiğinde hiçbir sonuç elde edilemiyordu. Böylece, normal kişilerin mide salgısında bulunan bir özet-kenin ette bulunan dışetken bir madde ile birleşmesinden oluşan, kansızlığa karşı bir etkenin varlığı kanıtlandı. Per-nisyöz anemili kişilerin mide salgısında ise bu özetken bulunmuyordu.
Daha sonraki yıllarda yapılan çalışmalarda, dışetkenin B12 vitamini olduğu ve özetkenin ise bağırsak duvarından bu maddenin emilimini kolaylaştırarak etkisini gösterdiği anlaşıldı. Bu nedenle özetken maddenin yokluğu ya da azlığı B12 vitamini eksikliğine bağlı kansızlığın ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Örneğin, midesi bütünüyle alınan kişilerde bu tip kansızlık görülmektedir. Kansızlık giderici etkenin emilimini sınırlayan sindirim sistemi ile ilgili bozukluklar söz konusu olduğunda, yetersizliği belirginleştirerek kansızlığın ortaya çıkması için alyuvar gereksiniminde bir artış yeterli olmaktadır. Hamilelik böyle bir artışa yol açan tipik örnektir.
BELİRTİLERİ
Bu hastalığa yakalanan kişilerin yakındığı ilk belirtiler iştahsızlık, sindirim güçlükleri, ishal ile seyreden dönemler ve özellikle dilde yanmadır. Hemoglobin eksikliği belirli bir düzeye indiğinde hasta kansızlığın tipik belirlilerini fark eder: Çabuk yorulma, tepkisizlik, kulaklarda çınlama, baş dönmesi.
Deride ve gözakında sarılık ve dilde iltihaplanma başlangıç evresinde hekime başvurulduğunda hemen görülecek belirtilerdir. Daha ileri evrelerde ise dilde doku gerilemesi (atrofi) ortaya çıkar. Hekim ayrıca, histaminle uyarılmadan sonra bile, sonda aracılığıyla aldığı mide salgısında asili, yani serbest hidroklorik asit bulunmadığını ortaya çıkarır. Dalak da bir ölçüde büyümüş olabilir.
Laboratuvar incelemeleri sonucu hem alyuvar, hem de hemoglobinır azaldığı, birim kanda alyuvar oranınır l’i aştığı, büyük dolaşımdaki kanda büyük hücreli alyuvar oranının yüksek ol duğu, alyuvarlar arasında aşırı biçim vs hacim farklarının ortaya çıktığı, akyu var ve trombositlerin azaldığı, retikülo sitlerin, yani olgunlaşmamış alyuvarla nn çoğaldığı görülür.
TEDAVİ
Günümüzde B12 vitamini eksikliğin bağlı kansızlık BJ2 vitamini iğneleriyl tedavi edilebilir. Bu tedavi sayesind hastalar normal yaşamlanru hiçbir değ> siklik yapmadan sürdürebilirler. Ama te daviye kesinlikle ara vermemeleri gere kir. Böyle bir durum kansızlığın bütü şiddetiyle ortaya çıkmasına neden olu Doğal olarak bu tedavi beslenmedeki v tamin eksikliğiyle değil, emilimdeki be zuklukla ilgili olarak belirtilmektedi Öbür pernisyöz anemi tiplerinde foli asit verilmesi de gereklidir.
Vitamini Eksikliğine Bağlı Kansızlık
( Birinci bölümde kansızlıkların kemik iliğinin yetersiz hemoglobin ve/ya da alyuvar üretimine bağlı olabileceği, ayrıca aşın alyuvar yıkımından da (he-moliz) kaynaklanabileceği belirtilmişti. Bu bölümde incelenen ve tıpta yaygın biçimde pernisyöz anemi adıyla tanınan Bî2 vitamini eksikliğine bağlı kansızlık ile bu tipin benzerleri ilk grupta yer alan bozukluklardır. Yani bu kansızlıkların temel nedeni kemik iliğinin kan üretme yetersizliği ya da bozukluğudur. Alyuvarların aşın büyük olması, ortaya çıkan kansızlığın hem başlıca belirtisi, hem de ayırt edici özelliğidir. Bu nedenle pernisyöz anemi büyük hücreli kansızlık olarak nitelenebilir. Ayrıca pernisyöz anemi için hiperkrom kansızlık terimi de kullanılmıştır. Ama dolaşımdaki ortalama alyuvar hemoglobin yoğunluğunun normalin altında kaldığı unutulmamalıdır. Büyük hücreli kansızlık adı altında toplanan çeşitli kansızlık tipleri vardır. Bunlardan pernisyöz anemi dışında kalanların ortaya çıkmasına neden olan mekanizmalar kesin biçimde belirlenebilmektedir. Pernisyöz anemi de tıptaki büyük gelişmeler sayesinde önemli Ölçüde tanınmıştır. Ama bozukluğu ortaya çıkaran neden, yani mide mukozasındaki hücrelerin ürettiği özetkenin (entrensek faktör) eksikliğine yol açan mekanizma belirsizliğini korumaktadır. Bu özetkenin işlevi ve öneminden daha sonra söz edilecektir.
Latince kökenli olan pernisyöz sözcüğü kötü huylu, yıkıcı, öldürücü anlamına gelir. Eskiden bu kansızlığın ölümcül olması ve yaygm biçimde görülmesi nedeniyle kullmknışür. Günü’ müzde ise B^-vitaminiyle tedavi bütün olumsuz gelişmeleri ortadan kaldırabilmektedir. Bu nedenle pernisyöz anemi yerine B12 vitamini eksikliğine bağlı kansızlık demek daha doğru olacaktır.
ALYUVARLARIN OLUŞUMU
Alyuvarları üreten hücreler vücudun en hızlı çalışan birimleri arasında yer alır.Alyuvarlar yaklaşık 4 ay yaşar. Dolaşımdaki alyuvar sayısını sabit tutmak için kemik iliğinin kana sürekli olarak alyuvar vermesi gerekir. Bu görevi üstlenen hücrelerin alyuvar oluşturabilmek için iki temel madde üretmeleri gerekir: Ribo-nükleik asit (RNA) ve dezoksiribonükle-ik asit (DNA). B12 vitamini bu maddelerin üretilmesini sağlayan tepkimelerde yer alır ve eksikliği kemik iliğinin etkinliğini önemli ölçüde azaltır. Kemik iliğinin azalmasıyla kana yeterli alyuvar verilememesi kansızlığa neden olur. Bu arada Üretilen alyuvarların biçimi de bozulur. Normal biçimlerini yitirmiş büyük hücreli alyuvarlar ortaya çıkar.
Eksikliği büyük hücreli kansızlığa neden olan başka bir madde ise folik asittir. Bu asit C vitamininin etkisiyle folinik asite dönüştükten sonra DNA sentezini kolaylaştırarak etkisini gösterir. Bu nedenle, folik asit eksikliği, B12 vitamininkiyle aynı sonuçlara yol açarak büyük hücreli alyuvarların gelişmesine neden olur. Bu alyuvarların merkezleri daha açık renktedir
NEDENLERİ
B12 vitamini ve folik asit vücuda besinlerle alınır. Eksiklikleri yetersiz beslenmeden kaynaklanabilir. Aşırı beslenme yetersizliği ve dengesizliğinden kaynaklanabilecek bu olasılık çoğu ülkede ender görülür ve ancak açlık çeken bölgelerde söz konusu olabilir. Öte yandan, yeterli ölçüde alınsa bile bu iki madde bağırsaklardan yeterince emilemiyebilir. Emilimin engellenmesi çeşitli nedenlere bağlı olabilir. İncebağırsakta emilimi engelleyen bir iltihap (enterit), besinlerin sindirim kanalından hızla geçmesine yol açarak emilime fırsat bırakmayan ishal söz konusu olabilir. Ama daha sık olarak sorun mideden kaynaklanır. Çok başarılı sonuçların elde edildiği deneylerle B^ vitamininin emiliminde mide salgısının öneminin ortaya konmasından bu yana yaklaşık 60 yıl geçmiştir. O döneme değin hastalığa karşı etkili ilaçlar bilinmediğinden pernîsyöz anemili hastalan kurtaracak etkili hiç bir şey yapılamıyordu. Deneyler sırasında hastaya sağlıklı bir kişinin mide salgısı tarafından sindirilmiş dana eti verildiğinde belirgin biçimde iyileşme görülüyor, oysa sindirilmemiş dana eti ya da yalnızca mide salgısı verildiğinde hiçbir sonuç elde edilemiyordu. Böylece, normal kişilerin mide salgısında bulunan bir özet-kenin ette bulunan dışetken bir madde ile birleşmesinden oluşan, kansızlığa karşı bir etkenin varlığı kanıtlandı. Per-nisyöz anemili kişilerin mide salgısında ise bu özetken bulunmuyordu.
Daha sonraki yıllarda yapılan çalışmalarda, dışetkenin B12 vitamini olduğu ve özetkenin ise bağırsak duvarından bu maddenin emilimini kolaylaştırarak etkisini gösterdiği anlaşıldı. Bu nedenle özetken maddenin yokluğu ya da azlığı B12 vitamini eksikliğine bağlı kansızlığın ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Örneğin, midesi bütünüyle alınan kişilerde bu tip kansızlık görülmektedir. Kansızlık giderici etkenin emilimini sınırlayan sindirim sistemi ile ilgili bozukluklar söz konusu olduğunda, yetersizliği belirginleştirerek kansızlığın ortaya çıkması için alyuvar gereksiniminde bir artış yeterli olmaktadır. Hamilelik böyle bir artışa yol açan tipik örnektir.
BELİRTİLERİ
Bu hastalığa yakalanan kişilerin yakındığı ilk belirtiler iştahsızlık, sindirim güçlükleri, ishal ile seyreden dönemler ve özellikle dilde yanmadır. Hemoglobin eksikliği belirli bir düzeye indiğinde hasta kansızlığın tipik belirlilerini fark eder: Çabuk yorulma, tepkisizlik, kulaklarda çınlama, baş dönmesi.
Deride ve gözakında sarılık ve dilde iltihaplanma başlangıç evresinde hekime başvurulduğunda hemen görülecek belirtilerdir. Daha ileri evrelerde ise dilde doku gerilemesi (atrofi) ortaya çıkar. Hekim ayrıca, histaminle uyarılmadan sonra bile, sonda aracılığıyla aldığı mide salgısında asili, yani serbest hidroklorik asit bulunmadığını ortaya çıkarır. Dalak da bir ölçüde büyümüş olabilir.
Laboratuvar incelemeleri sonucu hem alyuvar, hem de hemoglobinır azaldığı, birim kanda alyuvar oranınır l’i aştığı, büyük dolaşımdaki kanda büyük hücreli alyuvar oranının yüksek ol duğu, alyuvarlar arasında aşırı biçim vs hacim farklarının ortaya çıktığı, akyu var ve trombositlerin azaldığı, retikülo sitlerin, yani olgunlaşmamış alyuvarla nn çoğaldığı görülür.
TEDAVİ
Günümüzde B12 vitamini eksikliğin bağlı kansızlık BJ2 vitamini iğneleriyl tedavi edilebilir. Bu tedavi sayesind hastalar normal yaşamlanru hiçbir değ> siklik yapmadan sürdürebilirler. Ama te daviye kesinlikle ara vermemeleri gere kir. Böyle bir durum kansızlığın bütü şiddetiyle ortaya çıkmasına neden olu Doğal olarak bu tedavi beslenmedeki v tamin eksikliğiyle değil, emilimdeki be zuklukla ilgili olarak belirtilmektedi Öbür pernisyöz anemi tiplerinde foli asit verilmesi de gereklidir.
ISININ AĞIZDAN ÖLÇÜLMESİ:
ISININ AĞIZDAN ÖLÇÜLMESİ:
Gerekli şeyler:
— Klinik termometresi
— Temizleme gereçleri: Emici pamuk, kağıt mendil, tuvalet kağıdı ya da temiz gazh bez, soğuk temiz su kabı, sabun, çöp kabı.
Uygulama:
1) Hasta oturtulur ya da yatırılır.
2) Termometre üst tarafından sıkıca tutulur.
3) Termometre cıvası 35°C’nin altına düşene kadar sallanır.
4) Termometre temiz, soğuk suyun içine sokularak nemlendirilir.
5) Termometre hastanın ağzına, dilin altına ve hafifçe yana gelecek biçimde yerleştirilir.
6) Hastaya dudaklarını kapalı tutması, burnundan soluk alıp vermesi, termometreyi ısırmaması ve konuşmaması söylenir.
7} Termometre bu pozisyonda 3 dakika tutulur.
8) Termometre yine üst tarafından tutularak alınır.
9) Termometrenin üzerindeki tükürük ve temizleme gereci yukarıdan aşağı doğru hareket ettirilerek temizlenir ve temizleme gereci çöpe atılır.
10) Termometre aydınlık bir yerde okunur.
11) Termometre hemen temizlenir. Temizleme gereci (bezi) soğuk suyla nemlendirilir ve sabunlanır. Termometre üst tarafından çöp kabının üstünde tutulur. Yukarıdan başlayarak ve temizleme gereci yavaş yavaş döndürülerek termometrenin her yanı iyice temizlenir ve temizleme gereci çöp kabına bırakılır.
Yeni bir temizleme gereci soğuk temiz suyla nemlendirilerek termometre sabunlama işleminde olduğu gibi durulanır.Termometre yeniden sabunlanır ve durulanır.Yeni bir temizleme gereciyle termometre yine aynı yöntem uygulanarak kurulanır.
12} Termometre cıvalı ucu önce olmak üzere kabına yerleştirilir.Eğer hastanın vücut ısısında belirgin bir yükselme ya da düşme varsa ısı yeniden ölçülür. ikinci ölçüm de birinci ölçümle aynı sonucu veriyorsa ölçümler doktora haber verilir.
Gerekli şeyler:
— Klinik termometresi
— Temizleme gereçleri: Emici pamuk, kağıt mendil, tuvalet kağıdı ya da temiz gazh bez, soğuk temiz su kabı, sabun, çöp kabı.
Uygulama:
1) Hasta oturtulur ya da yatırılır.
2) Termometre üst tarafından sıkıca tutulur.
3) Termometre cıvası 35°C’nin altına düşene kadar sallanır.
4) Termometre temiz, soğuk suyun içine sokularak nemlendirilir.
5) Termometre hastanın ağzına, dilin altına ve hafifçe yana gelecek biçimde yerleştirilir.
6) Hastaya dudaklarını kapalı tutması, burnundan soluk alıp vermesi, termometreyi ısırmaması ve konuşmaması söylenir.
7} Termometre bu pozisyonda 3 dakika tutulur.
8) Termometre yine üst tarafından tutularak alınır.
9) Termometrenin üzerindeki tükürük ve temizleme gereci yukarıdan aşağı doğru hareket ettirilerek temizlenir ve temizleme gereci çöpe atılır.
10) Termometre aydınlık bir yerde okunur.
11) Termometre hemen temizlenir. Temizleme gereci (bezi) soğuk suyla nemlendirilir ve sabunlanır. Termometre üst tarafından çöp kabının üstünde tutulur. Yukarıdan başlayarak ve temizleme gereci yavaş yavaş döndürülerek termometrenin her yanı iyice temizlenir ve temizleme gereci çöp kabına bırakılır.
Yeni bir temizleme gereci soğuk temiz suyla nemlendirilerek termometre sabunlama işleminde olduğu gibi durulanır.Termometre yeniden sabunlanır ve durulanır.Yeni bir temizleme gereciyle termometre yine aynı yöntem uygulanarak kurulanır.
12} Termometre cıvalı ucu önce olmak üzere kabına yerleştirilir.Eğer hastanın vücut ısısında belirgin bir yükselme ya da düşme varsa ısı yeniden ölçülür. ikinci ölçüm de birinci ölçümle aynı sonucu veriyorsa ölçümler doktora haber verilir.
HASTAYI YATAKTA HAREKET ETTİRME:
HASTAYI YATAKTA HAREKET ETTİRME:
Hastanın yataktaki durumunu değiştirmenin amacı onu rahatlatmak, dolaşımı hızlandırmak, vücudunun belirli bir bölgesinde uzun süre basınç uygulanmasını önlemek, eklem yerlerinin zorlanmasını engellemek, şekil bozukluklarını (defor-masyon) önlemek, hastaya daha kolay yardım edebilmektir.Yataktaki hastaya yardımcı olan kimse hastanın elinden geldiği kadar çaba göstermesine izin vermeli hatta onu zorlamalıdır. Kendisine yardımcı olmak hasta için bir egzersiz olmakla birlikte hastaya gerekli güç ve moral desteğini sağlamaktadır. Ancak gerektiğinde başka bir yardımcı da alınabilir.Hastanın yardımcı olması ve gücünü harcamaması için onun bakımını üstlenen kişi yapılması gerekenleri anlatmalı ve harekete ikisininde aynı anda başlaması için belirli işaretler vermelidir. Bu işaretler “Bir, iki, üç” gibi sayı sayma yoluyla ya da “Hazır-Şimdi” gibi komut yoluyla verilebilir.
Hasta yardımcı olabildiğinde yapılacak işlemler:
A) Yatağın kenarına getirmek:
1) Eller, avuç içleri yukarı dönük biçimde, hastanın başını ve omuzlarım destekleyerel yastığın altına yerleştirilir. İşaretle birlikte. yatağın kenarına çekilir.
2) Eller, avuç içleri yukarı dönük biçimde, kalçaların altına yerleştirilir ve işaretle birlikte çekilir.
3) Eller dizlerin ve ayak bileklerinin altına yerleştirilir ve işaretle birlikte çekilir.
4) Hastanın vücudu düz duracak ve rahat edeceği biçimde ayarlanır.
B) Oturma ve yatırma:
1) Hastanın dizlerini bükmesine yardım edilir.
2) Bir ayak ileri gelecek biçimde, yüz yatağın baş tarafına döndürülür.
3) Bir kol hastanın koltuk altından, el hastanın omuzunu kavrayacak biçimde geçirilir. Hastada elini kendisine yardımcı olan kişinin koltuk-altmdan geçirerek omuzunu tutar.
4) Hastayla çok yakından yüz yüze gelme, her iki tarafın da sağlığı için önlenmelidir.
5) Diğer kol hastanın başı ve omuzlarını destekleyecek biçimde başın altından geçirilir.
3) İşaretle birlikte hastanın oturmasına yardım edilir. Hasta baş dönmesi ya da halsizlik hissediyorsa ona destek sağlanır.
7) Hastanın ellerini arkasına dayayarak kendini desteklemesine yardımcı olunur.
8) Hastanın yatması için aynı işlem tersine t uygulanır.
C) Yatma yukarı (öne) ve aşağı (arkaya) hareket etme (ettirme):
1) Hastanın oturma durumuna gelmesine yardımcı olunur.
2} Hastanın ellerini arkasına dayayarak kendisini desteklemesi sağlanır.
3] Yatağın baş tarafına geçerek, yüz yatağa döndürülür. Bir el hastanın sırtına diğer el de kalçalarının altına yerleştirilir, işaretle birlikte hastanın topuklarına dayanarak kendisini geriye almasına yardım edilir.
4) Öne doğru harekette aynı işlem tekrarlanır, yalnız burada hasta topukları yerine ellerine dayanarak kendisini öne alır.
Hasta yardımcı olamadığında yapılacak işlemler:
Bu durumda bir hastayı yatağın içinde hareket ettirebilmek için hastanın altına bir çarşaf y ayılmahdır. Bu çarşaf hastanın başından kalçalarının altına kadar uzanmalıdır. Hastanın döndürülmesi dışında aşağıda açıklanacak işlemler yardımcısız uygulanmamalıdır. Gereken yardımcı sayısı hastanın ağırlığına, boyuna ve içinde bulunduğu koşullara göre değişir. Ancak bunlar hastanın iki yanında, çift olarak çalışmalıdırlar.
A) Yatakta yukarı ve aşağı hareket ettirme:
1) Hasta çarşafın üzerine sırtüstü yatırılır,
2) Çarşaf hastanın iki yanında, sıkıca tutulabilmesi için gevşekçe rulo yapılır.
3} Hasta yukarı doğru hareket ettiriliyorsa, bir ayak önde olmak üzere yatağın ayak tarafına döndürülür.
4) Çarşaf hastanın başı ve kalçaları hizasında sıkıca tutulur.
5) İşaretle birlikte yatağın baş tarafına doğru çeküir.
6) Hastayı aşağı doğru hareket ettirmek için yüz, yatağın baş tarafına çevrilir. Çarşaf hastanın ayaklan ve kalçası hizasından tutulur ve yatağın ayak tarafına çekilir.
B) Yana döndürme:
I] Hasta yatağın kenarına getirilir.
2) Örtüler kaldırılır; dönmeyi kolaşlaştırmak için hastanın dizleri bükülür.
3) Hastanın kolu göğsü üzerinde çaprazlanır. Diğer kolu dirsekten bükülerek elinin başının yakınına gelmesi sağlanır.
4) Yatağın kenarına dönülerek dizler bükülür ve dengeyi sağlamak için bir ayak öne uzatılır.
5} Bir el hastanın omuzuna, öteki el de kalçasına parmaklar düz olacak biçimde koyulur.
6) İşaretle birlikte hasta omuzları ve kalçasından tutularak yana döndürülür.
7) Bir el hastanın kalçasından omuzuna kaydırı-lırken, öteki el hastanın diğer omuzun altından geçirilerek rahatlığı sağlanır.
8) Hastanın rahat bir pozisyonda durması için gereken yardım yapılır.
9) Hastanın ayak bileği ve dizleri yan taraftan desteklenir ve ağırlığını Öteki bacağa vermemesi için üstteki bacağı öne alınır.
10) Hastanın bacağı rahat edebüeceği bir pozisyonda uzatılır.
II) Gerekiyorsa hasta yastıklarla desteklenir. Örtüler örtülür.
C) Yan yatar durumdan sırtüstü yatar duruma getirme:
1) Örtüler ve varsa bütün yastıklar ve destekler kaldırılır.
2) Hastanın bilekleri ve dizleri bükük bir biçimde üst üste getirilir.
3) Hastanın arkasında, yüz yatağa dönük ve bir ayak önde olacak biçimde durulur.
4) Bir el hastanın kalçasına öteki de omuzuna avuç içleri aşağı dönük olarak koyulur, hasta sırt üstü döndürülür.
D) Bir yandan diğer yana döndürme:
1) Örtüler ve varsa bütün yastık ve destekler kaldırılır.
2) Hastanın arkasında, yüz yatağa dönük ve bir ayak önde olacak biçimde durulur.
3) Hastanın ayak büekleri ve diz eklemleri yan taraftan desteklenir, bükük bir durumda yerleştirilir.
4} Hastanın kollan dirseklerden bükülerek göğsünde çaprazlanır.
5) Bir el hastanın kalçasına diğer el omuzuna yerleştirilerek işaretle birlikte hasta yavaşça sırtüstü döndürülür. Eller yeniden çabucak hastanın diğer kalçası ve omuzuna yerleştirilerek hasta yatağın öteki yanına döndürülür.
6) Hastaya yan yatar durumda rahat bir pozisyon sağlanır.
7) Gerekiyorsa destek sağlanır ve örtüler örtülür.
E) Sırtüstü yatar durumdan yüzükoyun yatar duruma getirme:
1) Bütün yastıklar ve destekler kaldırılır.
2) Hastanın altına kollan yanlarda kalacak biçimde bir çarşaf yayılır, karnına da düz bir destek (ince bir yastık ya da katlanmış bir banyo havlusu) konur.
3) Yardımcılar yatağın aynı kenarında dururlar.
4) Çarşaf hastanın tarafında gevşekçe bükülür.
5) Çarşafın bükülen kenarı sıkıca tutularak hasta yatağın kenarına doğru getirilir.
6) Bir kişi hastanın vücudunu desteklerken yardımcısı yatağın karşı kenarına geçerek hastanın altındaki çarşafı omuz ve kalçaları hizasında tutar.
7) Yardımcı çarşafı çekerek hastayı döndürür, bu arada birinci kişi hastanın başını destekler. Çarşaf bırakılır.
8) Hastanın rahat edeceği bir pozisyon sağlanır. Başı düz tutulur ve yüzü bir yana döndürülür.
9) Hastanın altındaki çarşaf düzeltilir.
10) Omuzların altına küçük süngerler ya da yastıklar yerleştirilerek omuzların düşmesi ve nefes alamama önlenir.
11) Hasta eğer dizleri bükülmüyorsa ayakbileğin-den aşağısı dışarıda kalacak biçimde aşağı doğru çekilir. Eğer dizleri biikülebiliyorsa ayağının altına üçgen ayak desteği ya da yuvarlak bir yastık koyulur.
12) Hastanın kolları rahat bir pozisyonda yerleştirilir. Eller başın yanına gelecek biçimde dirseklerden bükülebilir ya da hasta bir kolunun yan tarafta uzanmasını isteyebilir.
F) Yüzükoyun yatar durumdan sırtüstü yatar duruma getirme:
1) Hastanın omuzlan altındaki destekler kaldırılır, elleri avuç içler yukarı dönük biçimde iki yanma uzatılır. Hastanın altındaki çarşaf iki yana toplanır.
2) Çarşaf yine yardımcıyla birlikte iki yanda bükülür ve baş, kalça, diz hizasında tutulur.
3) Hasta yatağın kenarına çekilirken, yardımcı hastaya destek sağlar.
4) Hastanın eli kalçasının altına sokulur.
5} Hastanın altındaki çarşaf tutulur, oynatılarak hastanın yavaşça sırtüstü dönmesi sağlanır.
6) Yardımcıyla birlikte hasta yeniden yatağın ortasına çekilir.
7) Hastanın rahat edeceği pozisyon sağlanır, başının altına bir yastık yerleştirilir ve gerekiyorsa başka destekler konur.
8} Çarşafın kenarları yatağın iki yanından içeri sokulur.
G) Hastayı yatakta hareket ettirirken hatırlanması gereken noktalar:
1) Hastaya ne yapılacağını önceden haber vererek onun yardımını sağlamak ve aniden rahatsız olmasını önlemek.
2) Hastanın olabildiği kadar yardımcı olmasını sağlamak. Ancak hiç yardımcı olamayacak durumdaysa ona haber vermeden hareket etmek, aksi halde onun hareketlerini yönlendirmek.
3) Doktorun izin verdiği oranda sık sık pozisyonu değiştirmesini sağlamak.
4) Eklemlerde gerginliği önlemek, şekil bozukluklarım, kasılmaları, yatak yaralarını önlemek, hastaya enerji ve rahatlık sağlamak için gerekli yerlere destekler yerleştirmek.
5) Hastanın ve yardımcısının rahat edeceği pozisyonlar ayarlamak.
6) Gerektiğinde fazla yardımcı kullanmak.
Hastanın yataktaki durumunu değiştirmenin amacı onu rahatlatmak, dolaşımı hızlandırmak, vücudunun belirli bir bölgesinde uzun süre basınç uygulanmasını önlemek, eklem yerlerinin zorlanmasını engellemek, şekil bozukluklarını (defor-masyon) önlemek, hastaya daha kolay yardım edebilmektir.Yataktaki hastaya yardımcı olan kimse hastanın elinden geldiği kadar çaba göstermesine izin vermeli hatta onu zorlamalıdır. Kendisine yardımcı olmak hasta için bir egzersiz olmakla birlikte hastaya gerekli güç ve moral desteğini sağlamaktadır. Ancak gerektiğinde başka bir yardımcı da alınabilir.Hastanın yardımcı olması ve gücünü harcamaması için onun bakımını üstlenen kişi yapılması gerekenleri anlatmalı ve harekete ikisininde aynı anda başlaması için belirli işaretler vermelidir. Bu işaretler “Bir, iki, üç” gibi sayı sayma yoluyla ya da “Hazır-Şimdi” gibi komut yoluyla verilebilir.
Hasta yardımcı olabildiğinde yapılacak işlemler:
A) Yatağın kenarına getirmek:
1) Eller, avuç içleri yukarı dönük biçimde, hastanın başını ve omuzlarım destekleyerel yastığın altına yerleştirilir. İşaretle birlikte. yatağın kenarına çekilir.
2) Eller, avuç içleri yukarı dönük biçimde, kalçaların altına yerleştirilir ve işaretle birlikte çekilir.
3) Eller dizlerin ve ayak bileklerinin altına yerleştirilir ve işaretle birlikte çekilir.
4) Hastanın vücudu düz duracak ve rahat edeceği biçimde ayarlanır.
B) Oturma ve yatırma:
1) Hastanın dizlerini bükmesine yardım edilir.
2) Bir ayak ileri gelecek biçimde, yüz yatağın baş tarafına döndürülür.
3) Bir kol hastanın koltuk altından, el hastanın omuzunu kavrayacak biçimde geçirilir. Hastada elini kendisine yardımcı olan kişinin koltuk-altmdan geçirerek omuzunu tutar.
4) Hastayla çok yakından yüz yüze gelme, her iki tarafın da sağlığı için önlenmelidir.
5) Diğer kol hastanın başı ve omuzlarını destekleyecek biçimde başın altından geçirilir.
3) İşaretle birlikte hastanın oturmasına yardım edilir. Hasta baş dönmesi ya da halsizlik hissediyorsa ona destek sağlanır.
7) Hastanın ellerini arkasına dayayarak kendini desteklemesine yardımcı olunur.
8) Hastanın yatması için aynı işlem tersine t uygulanır.
C) Yatma yukarı (öne) ve aşağı (arkaya) hareket etme (ettirme):
1) Hastanın oturma durumuna gelmesine yardımcı olunur.
2} Hastanın ellerini arkasına dayayarak kendisini desteklemesi sağlanır.
3] Yatağın baş tarafına geçerek, yüz yatağa döndürülür. Bir el hastanın sırtına diğer el de kalçalarının altına yerleştirilir, işaretle birlikte hastanın topuklarına dayanarak kendisini geriye almasına yardım edilir.
4) Öne doğru harekette aynı işlem tekrarlanır, yalnız burada hasta topukları yerine ellerine dayanarak kendisini öne alır.
Hasta yardımcı olamadığında yapılacak işlemler:
Bu durumda bir hastayı yatağın içinde hareket ettirebilmek için hastanın altına bir çarşaf y ayılmahdır. Bu çarşaf hastanın başından kalçalarının altına kadar uzanmalıdır. Hastanın döndürülmesi dışında aşağıda açıklanacak işlemler yardımcısız uygulanmamalıdır. Gereken yardımcı sayısı hastanın ağırlığına, boyuna ve içinde bulunduğu koşullara göre değişir. Ancak bunlar hastanın iki yanında, çift olarak çalışmalıdırlar.
A) Yatakta yukarı ve aşağı hareket ettirme:
1) Hasta çarşafın üzerine sırtüstü yatırılır,
2) Çarşaf hastanın iki yanında, sıkıca tutulabilmesi için gevşekçe rulo yapılır.
3} Hasta yukarı doğru hareket ettiriliyorsa, bir ayak önde olmak üzere yatağın ayak tarafına döndürülür.
4) Çarşaf hastanın başı ve kalçaları hizasında sıkıca tutulur.
5) İşaretle birlikte yatağın baş tarafına doğru çeküir.
6) Hastayı aşağı doğru hareket ettirmek için yüz, yatağın baş tarafına çevrilir. Çarşaf hastanın ayaklan ve kalçası hizasından tutulur ve yatağın ayak tarafına çekilir.
B) Yana döndürme:
I] Hasta yatağın kenarına getirilir.
2) Örtüler kaldırılır; dönmeyi kolaşlaştırmak için hastanın dizleri bükülür.
3) Hastanın kolu göğsü üzerinde çaprazlanır. Diğer kolu dirsekten bükülerek elinin başının yakınına gelmesi sağlanır.
4) Yatağın kenarına dönülerek dizler bükülür ve dengeyi sağlamak için bir ayak öne uzatılır.
5} Bir el hastanın omuzuna, öteki el de kalçasına parmaklar düz olacak biçimde koyulur.
6) İşaretle birlikte hasta omuzları ve kalçasından tutularak yana döndürülür.
7) Bir el hastanın kalçasından omuzuna kaydırı-lırken, öteki el hastanın diğer omuzun altından geçirilerek rahatlığı sağlanır.
8) Hastanın rahat bir pozisyonda durması için gereken yardım yapılır.
9) Hastanın ayak bileği ve dizleri yan taraftan desteklenir ve ağırlığını Öteki bacağa vermemesi için üstteki bacağı öne alınır.
10) Hastanın bacağı rahat edebüeceği bir pozisyonda uzatılır.
II) Gerekiyorsa hasta yastıklarla desteklenir. Örtüler örtülür.
C) Yan yatar durumdan sırtüstü yatar duruma getirme:
1) Örtüler ve varsa bütün yastıklar ve destekler kaldırılır.
2) Hastanın bilekleri ve dizleri bükük bir biçimde üst üste getirilir.
3) Hastanın arkasında, yüz yatağa dönük ve bir ayak önde olacak biçimde durulur.
4) Bir el hastanın kalçasına öteki de omuzuna avuç içleri aşağı dönük olarak koyulur, hasta sırt üstü döndürülür.
D) Bir yandan diğer yana döndürme:
1) Örtüler ve varsa bütün yastık ve destekler kaldırılır.
2) Hastanın arkasında, yüz yatağa dönük ve bir ayak önde olacak biçimde durulur.
3) Hastanın ayak büekleri ve diz eklemleri yan taraftan desteklenir, bükük bir durumda yerleştirilir.
4} Hastanın kollan dirseklerden bükülerek göğsünde çaprazlanır.
5) Bir el hastanın kalçasına diğer el omuzuna yerleştirilerek işaretle birlikte hasta yavaşça sırtüstü döndürülür. Eller yeniden çabucak hastanın diğer kalçası ve omuzuna yerleştirilerek hasta yatağın öteki yanına döndürülür.
6) Hastaya yan yatar durumda rahat bir pozisyon sağlanır.
7) Gerekiyorsa destek sağlanır ve örtüler örtülür.
E) Sırtüstü yatar durumdan yüzükoyun yatar duruma getirme:
1) Bütün yastıklar ve destekler kaldırılır.
2) Hastanın altına kollan yanlarda kalacak biçimde bir çarşaf yayılır, karnına da düz bir destek (ince bir yastık ya da katlanmış bir banyo havlusu) konur.
3) Yardımcılar yatağın aynı kenarında dururlar.
4) Çarşaf hastanın tarafında gevşekçe bükülür.
5) Çarşafın bükülen kenarı sıkıca tutularak hasta yatağın kenarına doğru getirilir.
6) Bir kişi hastanın vücudunu desteklerken yardımcısı yatağın karşı kenarına geçerek hastanın altındaki çarşafı omuz ve kalçaları hizasında tutar.
7) Yardımcı çarşafı çekerek hastayı döndürür, bu arada birinci kişi hastanın başını destekler. Çarşaf bırakılır.
8) Hastanın rahat edeceği bir pozisyon sağlanır. Başı düz tutulur ve yüzü bir yana döndürülür.
9) Hastanın altındaki çarşaf düzeltilir.
10) Omuzların altına küçük süngerler ya da yastıklar yerleştirilerek omuzların düşmesi ve nefes alamama önlenir.
11) Hasta eğer dizleri bükülmüyorsa ayakbileğin-den aşağısı dışarıda kalacak biçimde aşağı doğru çekilir. Eğer dizleri biikülebiliyorsa ayağının altına üçgen ayak desteği ya da yuvarlak bir yastık koyulur.
12) Hastanın kolları rahat bir pozisyonda yerleştirilir. Eller başın yanına gelecek biçimde dirseklerden bükülebilir ya da hasta bir kolunun yan tarafta uzanmasını isteyebilir.
F) Yüzükoyun yatar durumdan sırtüstü yatar duruma getirme:
1) Hastanın omuzlan altındaki destekler kaldırılır, elleri avuç içler yukarı dönük biçimde iki yanma uzatılır. Hastanın altındaki çarşaf iki yana toplanır.
2) Çarşaf yine yardımcıyla birlikte iki yanda bükülür ve baş, kalça, diz hizasında tutulur.
3) Hasta yatağın kenarına çekilirken, yardımcı hastaya destek sağlar.
4) Hastanın eli kalçasının altına sokulur.
5} Hastanın altındaki çarşaf tutulur, oynatılarak hastanın yavaşça sırtüstü dönmesi sağlanır.
6) Yardımcıyla birlikte hasta yeniden yatağın ortasına çekilir.
7) Hastanın rahat edeceği pozisyon sağlanır, başının altına bir yastık yerleştirilir ve gerekiyorsa başka destekler konur.
8} Çarşafın kenarları yatağın iki yanından içeri sokulur.
G) Hastayı yatakta hareket ettirirken hatırlanması gereken noktalar:
1) Hastaya ne yapılacağını önceden haber vererek onun yardımını sağlamak ve aniden rahatsız olmasını önlemek.
2) Hastanın olabildiği kadar yardımcı olmasını sağlamak. Ancak hiç yardımcı olamayacak durumdaysa ona haber vermeden hareket etmek, aksi halde onun hareketlerini yönlendirmek.
3) Doktorun izin verdiği oranda sık sık pozisyonu değiştirmesini sağlamak.
4) Eklemlerde gerginliği önlemek, şekil bozukluklarım, kasılmaları, yatak yaralarını önlemek, hastaya enerji ve rahatlık sağlamak için gerekli yerlere destekler yerleştirmek.
5) Hastanın ve yardımcısının rahat edeceği pozisyonlar ayarlamak.
6) Gerektiğinde fazla yardımcı kullanmak.
ISININ MAKATTAN ÖLÇÜLMESİ
ISININ MAKATTAN ÖLÇÜLMESİ: Makat duvarlarında, bu bölgeye sıcak kanı taşıyan büyük kan damarları bulunduğundan buradaki ortalama sıcaklık genellikle biraz yüksektir (37.5°).Bu nedenle vücut ısısı düzenli aralıklarla ölçülüp kaydediliyorsa sürekli makattan ölçülmelidir.
Gerekli şeyler:
Isının ağızdan ölçülmesinde kullanılanların hepsi.
Uygulama:
Yetişkinler için:
1) Hastaya yapılacak işlem anlatılır ve bir yanına yatması söylenir.
2) Termometre cıvası 35°Ctin altına düşene kadar sallanır.
3) Termometrenin cıvalı ucuna, makattan kolayca girebilmesi için yağ ya da krem sürülür.
4) Termometrenin cıvalı ucu anustan içeriye yaklaşık 2.5 cm. kadar sokulur ve bu pozisyonda üç dakika tutulur. Eğer yapabiliyorsa termometreyi hastanın sokması ve tutması sağlanır.
5) Termometre alınır, okunur ve ısı kaydedilir.
6) Termometre yukarıda açıklandığı biçimde temizlenir.
Çocuk ya da bebekler için:
1) Çocuk büyükse yapılacak işlem anlatılır:
2) Termometre cıvası 35°C’in altına düşene kadar sallanır.
3) Termometre yetişkinler için olduğu gibi kremlenir.
4) Çocuk yatağa ya da masaya yan olarak ya da anusun görülebilmesi için karınüstü yatırılır.
5} Bebek kucakta ya da yatakta ya da masada sırtüstü yatırılır. Anusun görülebilmesi için bir elle ayak bileklerinden tutularak dizlerini hafifçe bükmesi sağlanır.
6) Termometrenin cıvalı ucu anustan yaklaşık 2.5 cm. içeriye sokulur ve 3 dakika bu pozisyonda tutulur. Termometre 3 dakika boyunca hiç bırakılmamalıdır. Çok hareketli çocuklarda yardım gerekebilir.
7) Termometre alınır, okunur ve ısı kaydedilir.
Cıvayı büyük gösteren kenar
Dereceleri ve derecelerin onda birini gösteren çizgiler
Beyaz zemin
Cıvanın yükseldiği tüp
Gerekli şeyler:
Isının ağızdan ölçülmesinde kullanılanların hepsi.
Uygulama:
Yetişkinler için:
1) Hastaya yapılacak işlem anlatılır ve bir yanına yatması söylenir.
2) Termometre cıvası 35°Ctin altına düşene kadar sallanır.
3) Termometrenin cıvalı ucuna, makattan kolayca girebilmesi için yağ ya da krem sürülür.
4) Termometrenin cıvalı ucu anustan içeriye yaklaşık 2.5 cm. kadar sokulur ve bu pozisyonda üç dakika tutulur. Eğer yapabiliyorsa termometreyi hastanın sokması ve tutması sağlanır.
5) Termometre alınır, okunur ve ısı kaydedilir.
6) Termometre yukarıda açıklandığı biçimde temizlenir.
Çocuk ya da bebekler için:
1) Çocuk büyükse yapılacak işlem anlatılır:
2) Termometre cıvası 35°C’in altına düşene kadar sallanır.
3) Termometre yetişkinler için olduğu gibi kremlenir.
4) Çocuk yatağa ya da masaya yan olarak ya da anusun görülebilmesi için karınüstü yatırılır.
5} Bebek kucakta ya da yatakta ya da masada sırtüstü yatırılır. Anusun görülebilmesi için bir elle ayak bileklerinden tutularak dizlerini hafifçe bükmesi sağlanır.
6) Termometrenin cıvalı ucu anustan yaklaşık 2.5 cm. içeriye sokulur ve 3 dakika bu pozisyonda tutulur. Termometre 3 dakika boyunca hiç bırakılmamalıdır. Çok hareketli çocuklarda yardım gerekebilir.
7) Termometre alınır, okunur ve ısı kaydedilir.
Cıvayı büyük gösteren kenar
Dereceleri ve derecelerin onda birini gösteren çizgiler
Beyaz zemin
Cıvanın yükseldiği tüp
En çok hangi yaşta görülür?
En çok hangi yaşta görülür?
Çocuklarda ve yaşlılarda karın zarı İltihabına biraz daha sık rastlanır.
Çocuklarda ve yaşlılarda karın zarı İltihabına biraz daha sık rastlanır.
Gowers kas disti ofîsi nedir?
Gowers kas disti ofîsi nedir?
Bu hastalık yalnız İsveç’te görülür; ABD’de ve Avrupa’nın öteki ülkelerinde çok seyrektir. Distal (uzak) tipte kas distrofisi olarak da anılır, çünkü Duchenne hastalığının tersine öncelikle kol ve bacakların uç kaslarını, yani el ve ayak kaslarını etkiler.
Bu distrofi her iki cinsten kişileri de etkiler, ama erkeklerde çok daha yaygındır. Hastalık 40-60 yaşlarında başlar, genellikle yaşam süresini kısaltmaz.
Bu hastalık yalnız İsveç’te görülür; ABD’de ve Avrupa’nın öteki ülkelerinde çok seyrektir. Distal (uzak) tipte kas distrofisi olarak da anılır, çünkü Duchenne hastalığının tersine öncelikle kol ve bacakların uç kaslarını, yani el ve ayak kaslarını etkiler.
Bu distrofi her iki cinsten kişileri de etkiler, ama erkeklerde çok daha yaygındır. Hastalık 40-60 yaşlarında başlar, genellikle yaşam süresini kısaltmaz.
KAS (İlerleyici kas distrofisı
KAS
(İlerleyici kas distrofisı, ^bbi bir konu olmanın yanı sıra toplumsal bakımdan da sorunlar doğurduğu için iyi bilinmesi gereken bir hastalıktır. Son aşamada önemli bir yetenek yitimine yol açar.
19. yüzyılın ortalarından beri, tıp yazınında merkez sinir sistemi bozukluklarına bağlı kas felçlerine ilişkin bilgilere rastlanır. Ayrıca ilerleyici ve doku yıkımıyla seyreden birincil kas hastalıklarına bağlı ağır kas işlevi bozuklukları ile kas dıstrofileri de bilinmektedir.
Kas distrofisi hakkında temel bilgiler o zamandan beri belirgin biçimde artmışsa da, bazı temel noktalar hâlâ karanlıktadır. Örneğin, hastalık sürecinin temelinde yatan bozukluğun gerçek yapısı henüz bilinmemektedir.
Hastalık sürecinin yol açtığı temel değişikliklerse iyi bilinir. Bunlar, kas Sflerinde doku gerilemesi (liflerin giderek zayıflayıp sonunda yok olması) İle taslardaki yağ ve bağ dokusunun artmasıdır. Ama bu değişikliklerin gerçek ■edeni belirsizdir.
Hastalık sürecini açıklamaya yö-■elık başlıca varsayımlar şunlardır: Kanlardaki bozuklukları iç salgıbezle-■nın düzensiz çalışmasına bağlayan k salgı sistemi kuramı, hastalığı başta
-ıtamini olmak üzere çeşitli vita-
lerin eksikliği ile açıklayan vita-kuramı ve kas metabolizmasında-
bir bozukluğa dayandıran metabo-
kuramdır. Ama bu varsayımların inandırıcı bir açıklama sağla-ıaktadır.
Hastalığın oluşum süreciyle ilgili aîaılerin azlığına karşın, kasdokusunun inncil doku yıkımı olduğu kesin ola inmektedir. Bir başka deyişle, sitemi gibi, kas dışı dokuların bozukluğundan kaynaklanmaz. Kalıtsal bir hastalık olan kas distrofisi bir ailede birden fazla kişiyi etkiler ve hastalığın türüne göre değişen biçimlerle sonraki kuşaklara geçer.
Kas dıstrofileri hangi yaşta ortaya çıktığına, doku gerilemesinin vücudun neresinde olduğuna ve kasdoku-sunda yağ çökmesi olup olmamasına göre çeşitli biçimlerde görülür. Kas-dokusuna yağ çökmesi, etkilenen kasların görünürde büyüdüğünü düşündürebilir. Distrofilerin birçok ortak noktası vardır. Aynı ailenin farklı üyeleri arasında, hatta ender olmakla birlikte aynı kişide değişik biçimlerin aynı anda görülmesi, bunların tek bir hastalığın değişik görünümleri olduğunu gösterir.
Distrofı biçimlerinin ortak temel özellikleri şunlardır:
• Hastalığın ailevi ve kalıtsal olması;
• doku gerilemesinin özellikle kol ve bacakların büyük kaslarını tutması, uç kaslarını ise fazla etkilememesi;
• doku gerilemesinin sinir sisteminde doku yıkımına yol açmaması, yanı doku yıkımıyla seyreden elektrik tepkimelerinin bulunmaması ve kiriş reflekslerinin korunması. Ayrıca bazı biçimlerde hastalanan kasların kalınlaşmış, sert-esnek, işlevlerinin azalmasına karşın görünürde büyümüş ve atletik olması (yalancı büyüme).
GENÇLİK KAS DİSTROFİSİ
En tipik ve ağır biçimlerinden bîri Duchenne distrofi sidir. Hastalığı ilk tanımlayan Fransız bilginin adıyla anılan bu biçim, 2-5 yaş arasındaki çocukları etkiler ve bacak kaslarında güçsüzlükle ortaya çıkar. Yürüyüp koşmayı yeni öğrenmiş olan çocuk zorlanmaya başlar, sendeler, kolaylıkla düşer, düştükten sonra kalkmakta zorlanır, kollarından destek alarak zorlukla ayağa kalkar; sıçramayı ve merdivenlerden çıkmayı öğrenemez ya da beceremez. Yaşıtlarıyla oynarken belirtiler iyice kendini gösterir; distrofîk çocuk, yaşıtlarına oranla hareketlerinde daha beceriksiz ve ürkektir. Bel omurlarında belirgin bir lordoz (öne doğru eğilme) ortaya çıkar, bu eğilmeyi dengelemek için omuzlarını geriye çeker; böylece yalpalayarak, yani paytak bir biçimde yürür; her adımda vücudu, yere değen bacağa doğru eğilir.
Bunun temel nedeni olan kas zayıflığı giderek artar ve kas kütlesinde görünür değişiklikler ortaya çıkar: Gövde, kalça çevresi ve kalça kaslarında doku gerilemesi (incelme, hacim azalması) başlar, baldır kasları ise kalınlaşır. Bazen kalça ve leğen kaslarında da gözlenebilen kalınlaşma kas fasyalan arasında yağdokusu birikimine bağlı olduğundan bedensel güçte herhangi bir artışa yol açmaz. Tam tersine, büyüyen kaslar güç eksilmesinin bir göstergesidir.
Hastalık en çok 3-4 yıl içinde kol kaslarını da etkiler; önce omuz kuşağı ve kol kasları tutulur, bacak kaslarında görülen doku gerilemesi ve yalancı büyüme bu kaslarda da gözlenir.
Hasta zamanla yürüyemez hale gelir ve bağımsız hareket etme yeteneğini yitirir; sonunda yatağa ya da tekerlekli sandalyeye bağlanır ve başkalarına bağımlı hale gelir. Hastalık zihinsel süreçleri etkilemez ve kişi tümüyle durumunun bilincindedir. Cinsiyete bağh çekinik bir kalıtsal bozukluk olan Duchenne distrofisi sağlıklı kadınlar aracılığıyla yeni kuşaklara aktarılır. Hastalık erkek çocuklarda ortaya çıkar, kadınlar ise sağlıklı, ama yüzde 50 oranında taşıyıcıdır. Bu “sağlıklı taşıyıcılık” durumu, kandaki kreatin fosfokinaz enziminin saptanmasıyla ortaya konabilir; genetik “bozukluk” taşıyan kadınlarda bu enzimin miktarı artar. Ailesinde bu hastalığa rastlanan kişilerin çocuk doğurma kararı almadan önce bu incelemeyi yaptırması Önemlidir.
ÖTEKİ
DlSTROFÎ
BİÇİMLERİ
Ağır bir bozukluk olan Duchenne biçimi dışında hastalığın daha iyi huylu biçimleri de vardır. Bunlar, bozuklukların çok uzun yıllar boyunca yavaş yavaş ilerlemesiyle az ya da çok yetenek yitimine yol açar. İlerleyici kas distrofisi-nin değişik biçimleri genellikle özgün kas gruplarını etkiler. Örneğin, Erb biçiminde bozukluklar 15-25 yaş araş: başlar, omuz ve kol kaslarını etkili rek çok yavaş ilerler; hasta koli; omuzlarının üstüne kaldırmakta zcf_ nır, Landouzy-Dejerine biçiminde kasları ve kürek kemiği-üst kol k& kavşak kaslan tutulur; genellikle kin yaşta ortaya çıkan biçimde ise vaş bir gelişme gösteren hastalık kavşağı kasları ile kalça kaslarında riilür.
TANI
Hem uygun tedavi önlemlerinin aha-1 ması, hem de ana baba ve hastaya e» iyi genetik danışma olanağının sa lanması açısından erken tanı Önem ta-i şır.
Öte yandan, ilerleyici kas distrofîs-nin tanısı güç olabilir. ElektromiyogTaü (EMG), kanda bazı enzim düzeylerinin saptanması, bazen de biyopsi, yani bekas dokusunun mikroskopta incelenmesi gibi bir dizi inceleme gerekir.
çiminde bozukluklar 15-25 yaş araş: başlar, omuz ve kol kaslarını etkili rek çok yavaş ilerler; hasta koli; omuzlarının üstüne kaldırmakta zcf_ nır, Landouzy-Dejerine biçiminde kasları ve kürek kemiği-üst kol k& kavşak kaslan tutulur; genellikle kin yaşta ortaya çıkan biçimde ise vaş bir gelişme gösteren hastalık kavşağı kasları ile kalça kaslarında riilür.
TANI
Hem uygun tedavi önlemlerinin aha-1 ması, hem de ana baba ve hastaya e» iyi genetik danışma olanağının sa lanması açısından erken tanı Önem ta-i şır.
Öte yandan, ilerleyici kas distrofîs-nin tanısı güç olabilir. ElektromiyogTaü (EMG), kanda bazı enzim düzeylerinin saptanması, bazen de biyopsi, yani bekas dokusunun mikroskopta incelenmesi gibi bir dizi inceleme gerekir.
TEDAVİ
İlerleyici kas distrofisinin kesin tedavisi yoktur. Vitamin, aminoasıt ve başka maddeler verilmesine dayanan çeşitli tedavi yöntemleri Önerilip denenmişse de, hiçbiri tam bir iyileşme sağlamamıştır. En iyi durumda bunlar, kas gücünde biraz düzelme ve bozuklukların gelişmesinde yavaşlama ya da duraklama sağlar. Fizik tedavi ve ortopedik aygıtların kullanılması da yararlı olabilir.
Soru
Kas gerginliği ne demektir?
Cevap
Kas gerginliği kaslann dinlenme durumundaki hafif ve sürekli normal kasılma halidir. Kas gerginliğinin korunmasında sinirlerin ve bunların beyinle bağlantılarının bütünlüğü, kasların da esneklik, kasılabilirlik, genişleyebilirlik gibi karmaşık özellikleri rol oynar.
(İlerleyici kas distrofisı, ^bbi bir konu olmanın yanı sıra toplumsal bakımdan da sorunlar doğurduğu için iyi bilinmesi gereken bir hastalıktır. Son aşamada önemli bir yetenek yitimine yol açar.
19. yüzyılın ortalarından beri, tıp yazınında merkez sinir sistemi bozukluklarına bağlı kas felçlerine ilişkin bilgilere rastlanır. Ayrıca ilerleyici ve doku yıkımıyla seyreden birincil kas hastalıklarına bağlı ağır kas işlevi bozuklukları ile kas dıstrofileri de bilinmektedir.
Kas distrofisi hakkında temel bilgiler o zamandan beri belirgin biçimde artmışsa da, bazı temel noktalar hâlâ karanlıktadır. Örneğin, hastalık sürecinin temelinde yatan bozukluğun gerçek yapısı henüz bilinmemektedir.
Hastalık sürecinin yol açtığı temel değişikliklerse iyi bilinir. Bunlar, kas Sflerinde doku gerilemesi (liflerin giderek zayıflayıp sonunda yok olması) İle taslardaki yağ ve bağ dokusunun artmasıdır. Ama bu değişikliklerin gerçek ■edeni belirsizdir.
Hastalık sürecini açıklamaya yö-■elık başlıca varsayımlar şunlardır: Kanlardaki bozuklukları iç salgıbezle-■nın düzensiz çalışmasına bağlayan k salgı sistemi kuramı, hastalığı başta
-ıtamini olmak üzere çeşitli vita-
lerin eksikliği ile açıklayan vita-kuramı ve kas metabolizmasında-
bir bozukluğa dayandıran metabo-
kuramdır. Ama bu varsayımların inandırıcı bir açıklama sağla-ıaktadır.
Hastalığın oluşum süreciyle ilgili aîaılerin azlığına karşın, kasdokusunun inncil doku yıkımı olduğu kesin ola inmektedir. Bir başka deyişle, sitemi gibi, kas dışı dokuların bozukluğundan kaynaklanmaz. Kalıtsal bir hastalık olan kas distrofisi bir ailede birden fazla kişiyi etkiler ve hastalığın türüne göre değişen biçimlerle sonraki kuşaklara geçer.
Kas dıstrofileri hangi yaşta ortaya çıktığına, doku gerilemesinin vücudun neresinde olduğuna ve kasdoku-sunda yağ çökmesi olup olmamasına göre çeşitli biçimlerde görülür. Kas-dokusuna yağ çökmesi, etkilenen kasların görünürde büyüdüğünü düşündürebilir. Distrofilerin birçok ortak noktası vardır. Aynı ailenin farklı üyeleri arasında, hatta ender olmakla birlikte aynı kişide değişik biçimlerin aynı anda görülmesi, bunların tek bir hastalığın değişik görünümleri olduğunu gösterir.
Distrofı biçimlerinin ortak temel özellikleri şunlardır:
• Hastalığın ailevi ve kalıtsal olması;
• doku gerilemesinin özellikle kol ve bacakların büyük kaslarını tutması, uç kaslarını ise fazla etkilememesi;
• doku gerilemesinin sinir sisteminde doku yıkımına yol açmaması, yanı doku yıkımıyla seyreden elektrik tepkimelerinin bulunmaması ve kiriş reflekslerinin korunması. Ayrıca bazı biçimlerde hastalanan kasların kalınlaşmış, sert-esnek, işlevlerinin azalmasına karşın görünürde büyümüş ve atletik olması (yalancı büyüme).
GENÇLİK KAS DİSTROFİSİ
En tipik ve ağır biçimlerinden bîri Duchenne distrofi sidir. Hastalığı ilk tanımlayan Fransız bilginin adıyla anılan bu biçim, 2-5 yaş arasındaki çocukları etkiler ve bacak kaslarında güçsüzlükle ortaya çıkar. Yürüyüp koşmayı yeni öğrenmiş olan çocuk zorlanmaya başlar, sendeler, kolaylıkla düşer, düştükten sonra kalkmakta zorlanır, kollarından destek alarak zorlukla ayağa kalkar; sıçramayı ve merdivenlerden çıkmayı öğrenemez ya da beceremez. Yaşıtlarıyla oynarken belirtiler iyice kendini gösterir; distrofîk çocuk, yaşıtlarına oranla hareketlerinde daha beceriksiz ve ürkektir. Bel omurlarında belirgin bir lordoz (öne doğru eğilme) ortaya çıkar, bu eğilmeyi dengelemek için omuzlarını geriye çeker; böylece yalpalayarak, yani paytak bir biçimde yürür; her adımda vücudu, yere değen bacağa doğru eğilir.
Bunun temel nedeni olan kas zayıflığı giderek artar ve kas kütlesinde görünür değişiklikler ortaya çıkar: Gövde, kalça çevresi ve kalça kaslarında doku gerilemesi (incelme, hacim azalması) başlar, baldır kasları ise kalınlaşır. Bazen kalça ve leğen kaslarında da gözlenebilen kalınlaşma kas fasyalan arasında yağdokusu birikimine bağlı olduğundan bedensel güçte herhangi bir artışa yol açmaz. Tam tersine, büyüyen kaslar güç eksilmesinin bir göstergesidir.
Hastalık en çok 3-4 yıl içinde kol kaslarını da etkiler; önce omuz kuşağı ve kol kasları tutulur, bacak kaslarında görülen doku gerilemesi ve yalancı büyüme bu kaslarda da gözlenir.
Hasta zamanla yürüyemez hale gelir ve bağımsız hareket etme yeteneğini yitirir; sonunda yatağa ya da tekerlekli sandalyeye bağlanır ve başkalarına bağımlı hale gelir. Hastalık zihinsel süreçleri etkilemez ve kişi tümüyle durumunun bilincindedir. Cinsiyete bağh çekinik bir kalıtsal bozukluk olan Duchenne distrofisi sağlıklı kadınlar aracılığıyla yeni kuşaklara aktarılır. Hastalık erkek çocuklarda ortaya çıkar, kadınlar ise sağlıklı, ama yüzde 50 oranında taşıyıcıdır. Bu “sağlıklı taşıyıcılık” durumu, kandaki kreatin fosfokinaz enziminin saptanmasıyla ortaya konabilir; genetik “bozukluk” taşıyan kadınlarda bu enzimin miktarı artar. Ailesinde bu hastalığa rastlanan kişilerin çocuk doğurma kararı almadan önce bu incelemeyi yaptırması Önemlidir.
ÖTEKİ
DlSTROFÎ
BİÇİMLERİ
Ağır bir bozukluk olan Duchenne biçimi dışında hastalığın daha iyi huylu biçimleri de vardır. Bunlar, bozuklukların çok uzun yıllar boyunca yavaş yavaş ilerlemesiyle az ya da çok yetenek yitimine yol açar. İlerleyici kas distrofisi-nin değişik biçimleri genellikle özgün kas gruplarını etkiler. Örneğin, Erb biçiminde bozukluklar 15-25 yaş araş: başlar, omuz ve kol kaslarını etkili rek çok yavaş ilerler; hasta koli; omuzlarının üstüne kaldırmakta zcf_ nır, Landouzy-Dejerine biçiminde kasları ve kürek kemiği-üst kol k& kavşak kaslan tutulur; genellikle kin yaşta ortaya çıkan biçimde ise vaş bir gelişme gösteren hastalık kavşağı kasları ile kalça kaslarında riilür.
TANI
Hem uygun tedavi önlemlerinin aha-1 ması, hem de ana baba ve hastaya e» iyi genetik danışma olanağının sa lanması açısından erken tanı Önem ta-i şır.
Öte yandan, ilerleyici kas distrofîs-nin tanısı güç olabilir. ElektromiyogTaü (EMG), kanda bazı enzim düzeylerinin saptanması, bazen de biyopsi, yani bekas dokusunun mikroskopta incelenmesi gibi bir dizi inceleme gerekir.
çiminde bozukluklar 15-25 yaş araş: başlar, omuz ve kol kaslarını etkili rek çok yavaş ilerler; hasta koli; omuzlarının üstüne kaldırmakta zcf_ nır, Landouzy-Dejerine biçiminde kasları ve kürek kemiği-üst kol k& kavşak kaslan tutulur; genellikle kin yaşta ortaya çıkan biçimde ise vaş bir gelişme gösteren hastalık kavşağı kasları ile kalça kaslarında riilür.
TANI
Hem uygun tedavi önlemlerinin aha-1 ması, hem de ana baba ve hastaya e» iyi genetik danışma olanağının sa lanması açısından erken tanı Önem ta-i şır.
Öte yandan, ilerleyici kas distrofîs-nin tanısı güç olabilir. ElektromiyogTaü (EMG), kanda bazı enzim düzeylerinin saptanması, bazen de biyopsi, yani bekas dokusunun mikroskopta incelenmesi gibi bir dizi inceleme gerekir.
TEDAVİ
İlerleyici kas distrofisinin kesin tedavisi yoktur. Vitamin, aminoasıt ve başka maddeler verilmesine dayanan çeşitli tedavi yöntemleri Önerilip denenmişse de, hiçbiri tam bir iyileşme sağlamamıştır. En iyi durumda bunlar, kas gücünde biraz düzelme ve bozuklukların gelişmesinde yavaşlama ya da duraklama sağlar. Fizik tedavi ve ortopedik aygıtların kullanılması da yararlı olabilir.
Soru
Kas gerginliği ne demektir?
Cevap
Kas gerginliği kaslann dinlenme durumundaki hafif ve sürekli normal kasılma halidir. Kas gerginliğinin korunmasında sinirlerin ve bunların beyinle bağlantılarının bütünlüğü, kasların da esneklik, kasılabilirlik, genişleyebilirlik gibi karmaşık özellikleri rol oynar.
Paralel port veya paralel kapı
Paralel port veya paralel kapı, bilgisayarın kasasının arkasında bulunan 25 pinlik D şeklindeki konnektördür. Genellikle yazıcı bağlanmak için kullanılır.
Seri porta göre hızlı olmasına rağmen aynı stabiliteyi sağlayamaz. Bu baglantı noktasına aynı zamanda LPT (LinePrinTer) de denmektedir. Bu port bir seferde 8 bit veri gönderebilir. Gönderim ve alım pinleri ayrı olduğu için aynı anda 8 bit veri de alabilir. DB25 isimli portu kullanır. DB25 ismindeki 25 rakamı kablo girişindeki pin sayısını ifade etmektedir. Yazıcı ve tarayıcı bu portu kullanmaktadır. Paralel port, seri port gibi yerini USB'ye bırakmaya başlamıştır. Doğabilecek sorunlardan kaçınmak için uzunlukları 6 metreyi aşan kablolar kullanılmamalıdır. Hedef aygıt sadece PC tarafından gönderilen komutları işlemekle kalmaz PC'ye kendisi de veri gönderebilir.
Seri porta göre hızlı olmasına rağmen aynı stabiliteyi sağlayamaz. Bu baglantı noktasına aynı zamanda LPT (LinePrinTer) de denmektedir. Bu port bir seferde 8 bit veri gönderebilir. Gönderim ve alım pinleri ayrı olduğu için aynı anda 8 bit veri de alabilir. DB25 isimli portu kullanır. DB25 ismindeki 25 rakamı kablo girişindeki pin sayısını ifade etmektedir. Yazıcı ve tarayıcı bu portu kullanmaktadır. Paralel port, seri port gibi yerini USB'ye bırakmaya başlamıştır. Doğabilecek sorunlardan kaçınmak için uzunlukları 6 metreyi aşan kablolar kullanılmamalıdır. Hedef aygıt sadece PC tarafından gönderilen komutları işlemekle kalmaz PC'ye kendisi de veri gönderebilir.
MİTRAL KAPAK DÜŞÜKLÜĞÜ
MİTRAL KAPAK DÜŞÜKLÜĞÜ
Mitral kapak düşüklüğü ya da pro-Iapsusu kalpte sol kulakçıkla sol karıncığı ayıran mitral kapağın yapısal bir bozukluğudur. Bazı olgularda mitral kapağın iki kanadının yüzeyleri normalden daha geniştir; bu nedenle sol karıncığın her kasılmasında (sistol) kapağın kanatlan sol kulakçığa doğru bombeleşir. Bazı olgularda ise kapağı yerinde tutan kirişsi bağlar normalden uzun olduğundan kapak aralığı genişler. ^~m~
20. yüzyıla değin tanınmayan bir hastalık olan mitral kapak düşüklüğü günümüzde erişkin nüfusun yüzde 5-10′unda görülmektedir. Görülme sıklığı her İki cinste de aynıdır.
Tam yöntemlerindeki gelişmeler, özellikle de anjiyografiyle kalp damarlannın görüntülenmesi ve ekokardiyo-grafi gibi incelemeler mitral kapak düşüklüğünde erken tanıya olanak vermektedir. Böylece kapağın görünümü kesin olarak saptanabilmekte ve hastalığın ne yönde gelişeceği görülebilmektedir.
Mitral kapak düşüklüğü bazen tek başına, bazen de kulakçıklar arası bağlantı gibi bir doğumsal kalp hastalığıyla ya da kunduracı göğsü gibi bir iskelet bozulduğuyla birlikte görülür. Ayrıca düşüklük başka kalp kapakçıklarında da olabilir. Örneğin mitral kapakla birlikte ya da tek basma triküspid kapak (sağ kulakçıkla sağ karıncığı ayıran kapakçık) düşüklüğü bulunabilir; aort kapağında düşüklük akciğer atardamarı kapağından daha sık ortaya çıkar, istatistiklere göre mitral kapak düşüklüğüyle birlikte bakteri kökenli yan akut kalp iç zan iltihabı (subakut bakteriyel endo-kardit), kalpte ritim bozuklukları, anji-na pektoris tipi göğüs ağnlan, ani ölüm, ağır mitral* kapak yetmezliği ve beyin damarlannda tıkanma olasılığının arttığı da unutulmamalıdır.
TANI
Mitral kapak düşüklüğünde çok çeşitli klinik belirtiler ortaya çıkabilir. Hastaların büyük bölümünde tümüyle belirtisiz kalır ve hiçbir yakınmaya yol açmaz. Bazen de bir dizi belirti verir, ama bu belirtilerin mitral kapak düşüklüğüy-le ilişkisini kurmak çok güçtür.
Mitral kapağı aşağı doğru sarkmış olan kişiler genellikle ince yapılı, uzun boyludurlar. Göğüste gelip geçici ağrılardan, çarpıntıdan ve ara sıra baygınlık duygusundan yakınırlar. Mitral kapak düşüklüğünde göğüs ağrıları kendiliğinden ya da seyrek olarak bedensel etkinlikten sonra ortaya çıkar. Hastalar bu ağrıları “kaburgalar arasında ağrı” ya da “göğüste sıkışma duygusu” biçiminde betimlerler. Ağrılar trinitrin alınmasıyla geçmez, bedensel etkinlikle de artmaz.
Çarpıntılar, kalp atımlarının rahatsızlık verecek derecede hissedilmesi, kalp ritmindeki ani bozulmalar, nefes darlığı, baş dönmesi ve bazı hafif ruhsal bozukluklar da mitral kapak düşüklüğüne eşlik edebilir.
Kalbi dinleyerek yapılan muayenede olguların yüzde 10-20’sinde bulgular normaldir. Ama hastaların büyük bölümünde tanıda çok değerli olan iki Önemli belirti saptanır:
• Sistolik klik: Kasılma sırasında kalbin tepe noktasında duyulabüen, omuz ya da kola doğru yayılmayan ve solunum ya da vücudun konumuna göre değişebilen kısa süreli bir kalp sesidir.
• Mitral kapak yetmezliğine bağlı kalp üfürümü: Kalbin üzerinde sol karıncığın alt ucuna karşılık gelen kalp tepesinde duyulur. Sol koltukaltına doğru yayılır. Bu sesin şiddeti vücudun konumuna ve solunuma bağlı olarak değişir.
Hastaların yaklaşık üçte ikisinde elektrokardiyografide (EKG) çok tipik olmayan, ama tanı açısından önem taşıyan değişikliklere rastlanır. Bunlar sürekli değildir, ara sıra ortaya çıkar. EKG değişiklikleri göğüs ağrısının bulunduğu durumlarda yanlışlıkla koroner kalp hastalığı tanısına yöneltebilir.
Olgularm yüzde 10-15′inde kulakçık ek atımları (ekstrasistol) ortaya çıkar. Bazen de kulakçık kasının titreşim biçiminde düzensiz kasılması (flater), kulakçık kasılmalarının işlevsiz ve düzensiz seğirmelere dönüşmesi (fibrilasyon),taşikardi nöbetleri gibi daha ağır kalp ritmi bozuklukları görülür.
Çok ender olarak mitral kapak düşüklüğünde karıncık ek atımları, karıncık taşikardisi ve karıncık fibrilasyonu gibi tehlikeli ritim bozuklukları ortaya çıkar. Mitral kapak düşüklüğünde ani Ölümler karıncık fibrilasyonuna bağlanır.
EKOKARDİYOGRAFİ
Mitral kapak düşüklüğü tanısında ekokar-diyografi hastaya hiçbir rahatsızlık vermeyen ve çok güvenilir olan bir incelemedir. Hastalığa tanı koyma olanaklarını da önemli ölçüde genişletmiştir. Tipik bir mitral kapak düşüklüğü olgusunda eko-kardiyografik inceleme şu bulguları verir:
• Mitral kapakta kepçeyi andıran biçim bozukluğu. Bu görüntü mitral kapak düşüklüğü için çok tipiktir ve kesin tanıya yol açar.
• Hamak biçiminde mitral kapak. Bu görüntü tipik olarak hastalığın ilerlemiş evrelerinde ortaya çıkar.
Ekokardiyografik incelemede yanlış değerlendirmeye yol açabilen başlıca etkenler kalp dış zarında sıvı toplanması, mitral kapakta kalınlaşma, romatizma ya da enfeksiyon kökenli kalp iç zarı iltihabıdır.
ÖBÜR İNCELEMELER
Mitral kapak düşüklüğünde ağır bir mitral kapak yetmezliği, buna bağlı sol kulakçık genişlemesi ve akciğer atardamarlarında basmç artışı gelişmedikçe göğüs filmi çekilmesinin tanıya fazla yardımı olmaz.
Kalp boşluklarına kateter ile girilerek yapılan anjiyografik inceleme de kesin tanı olanağı sağlamakla birlikte daha zor bir girişim olması ve sonuçlarının tedavi seçimine yardımcı olmaması nedeniyle görece seyrek başvurulan bir tanı aracıdır.
KOMPLİKASYÖNLAR
Mitral kapak düşüklüğü iyi huylu olması nedeniyle hastaların çoğunda hiçbir belirti ve rahatsızlığa yol açmaz. Az sayıda hastada ise bazı komplikasyonlann ortaya çıkmasıyla hastalık ağrrlaşabilir. Kalpte ritim bozuklukları. Mitral kapak düşüklüğünde görülebilen bir komplikasyondur Saatte 30′dan fazla karıncık ek atımının görülmesi durumunda daha ağır ritim bozukluklarını önlemek için hastaya kalp ritmini düzenleyici tedavi uygulanması gerekir. Endokardit. Kalp boşluğunu döşeyen iç zarın iltihabıdır. Bazı istatistiklere göre endokardit hastalarının yüzde 25′inde mitral kapak düşüklüğü bulunmaktadır. Bu tip kalp hastalarında enfeksiyonlar erken dönemde tedavi edilmeli, diş çürükleri gibi kalbi etkileyebilen enfeksiyon odaklarının bulunması durumunda uygun antibiyotik tedavisi uygulanmalıdır. Beyin damarlarında tıkanma. Mitral kapak düşüklüğü kan akımını bozarak dolaşımda pıhtıların oluşma riskini artıran bir durumdur. Bu pıhtılar beyin damarlarına giderek tıkanmaya neden olabilir. Vücudun yarısında felç görülen hastaların önemli bölümünde mitral kapak düşüklüğüne bağlı kalp ritmi bozukluğu olduğu saptanmıştır. Mitral kapak yetmezliği. Mitral kapak düşüklüğünde kalp üfürümünün aniden şiddetlenmesi mitral kapak yetmezliği gibi bir komplikasyonu düşündürür. Bu durum çoğu kez mitral kapağı yerinde tutan kirişsi bağlardan birinin yırtılmasına bağlıdır.
TEDAVİ
Mitral kapak düşüklüğünün tedavisinde izlenecek yol hastalığın belirtilerine, mitral kapak yetmezliğinin ağırlığına ve kalp ritmindeki bozukluklara bağlı olarak değişir.
Belirti vermeyen olgularda kalp iç zan iltihabına karşı koruyucu önlemler dışında bir tedaviye gerek yoktur.
Ağır mitral kapak yetmezliğinde ise cerrahi girişim tek etkili tedavi yöntemidir. Kalp ritmi bozukluklarında beta-en-gelleyici ilaçlara başvurulur. Bu ilaçlardan yarar sağlanamazsa kalp ritmini düzenleyici ilaçlar denenir. Beta-ahcılaraı etkisini engelleyen ilaçlar aynı zamanda göğüs ağrılarına karşı etkilidir. Ağrılar bu tedaviyle giderilemezse geç etkili damar genişleticilere başvurulur. Anjina pektoris tipi ağrıların beta-engelleyici ya da damar genişleticilere dirençli olması, Çok seyrek görülen bir durumdur. Böyle bir durumda ağrıların kökeni titizlikle yeniden araştırılmalı, koroner atardamar hastalığı üzerinde durulmalıdır.
Mitral kapak düşüklüğü ya da pro-Iapsusu kalpte sol kulakçıkla sol karıncığı ayıran mitral kapağın yapısal bir bozukluğudur. Bazı olgularda mitral kapağın iki kanadının yüzeyleri normalden daha geniştir; bu nedenle sol karıncığın her kasılmasında (sistol) kapağın kanatlan sol kulakçığa doğru bombeleşir. Bazı olgularda ise kapağı yerinde tutan kirişsi bağlar normalden uzun olduğundan kapak aralığı genişler. ^~m~
20. yüzyıla değin tanınmayan bir hastalık olan mitral kapak düşüklüğü günümüzde erişkin nüfusun yüzde 5-10′unda görülmektedir. Görülme sıklığı her İki cinste de aynıdır.
Tam yöntemlerindeki gelişmeler, özellikle de anjiyografiyle kalp damarlannın görüntülenmesi ve ekokardiyo-grafi gibi incelemeler mitral kapak düşüklüğünde erken tanıya olanak vermektedir. Böylece kapağın görünümü kesin olarak saptanabilmekte ve hastalığın ne yönde gelişeceği görülebilmektedir.
Mitral kapak düşüklüğü bazen tek başına, bazen de kulakçıklar arası bağlantı gibi bir doğumsal kalp hastalığıyla ya da kunduracı göğsü gibi bir iskelet bozulduğuyla birlikte görülür. Ayrıca düşüklük başka kalp kapakçıklarında da olabilir. Örneğin mitral kapakla birlikte ya da tek basma triküspid kapak (sağ kulakçıkla sağ karıncığı ayıran kapakçık) düşüklüğü bulunabilir; aort kapağında düşüklük akciğer atardamarı kapağından daha sık ortaya çıkar, istatistiklere göre mitral kapak düşüklüğüyle birlikte bakteri kökenli yan akut kalp iç zan iltihabı (subakut bakteriyel endo-kardit), kalpte ritim bozuklukları, anji-na pektoris tipi göğüs ağnlan, ani ölüm, ağır mitral* kapak yetmezliği ve beyin damarlannda tıkanma olasılığının arttığı da unutulmamalıdır.
TANI
Mitral kapak düşüklüğünde çok çeşitli klinik belirtiler ortaya çıkabilir. Hastaların büyük bölümünde tümüyle belirtisiz kalır ve hiçbir yakınmaya yol açmaz. Bazen de bir dizi belirti verir, ama bu belirtilerin mitral kapak düşüklüğüy-le ilişkisini kurmak çok güçtür.
Mitral kapağı aşağı doğru sarkmış olan kişiler genellikle ince yapılı, uzun boyludurlar. Göğüste gelip geçici ağrılardan, çarpıntıdan ve ara sıra baygınlık duygusundan yakınırlar. Mitral kapak düşüklüğünde göğüs ağrıları kendiliğinden ya da seyrek olarak bedensel etkinlikten sonra ortaya çıkar. Hastalar bu ağrıları “kaburgalar arasında ağrı” ya da “göğüste sıkışma duygusu” biçiminde betimlerler. Ağrılar trinitrin alınmasıyla geçmez, bedensel etkinlikle de artmaz.
Çarpıntılar, kalp atımlarının rahatsızlık verecek derecede hissedilmesi, kalp ritmindeki ani bozulmalar, nefes darlığı, baş dönmesi ve bazı hafif ruhsal bozukluklar da mitral kapak düşüklüğüne eşlik edebilir.
Kalbi dinleyerek yapılan muayenede olguların yüzde 10-20’sinde bulgular normaldir. Ama hastaların büyük bölümünde tanıda çok değerli olan iki Önemli belirti saptanır:
• Sistolik klik: Kasılma sırasında kalbin tepe noktasında duyulabüen, omuz ya da kola doğru yayılmayan ve solunum ya da vücudun konumuna göre değişebilen kısa süreli bir kalp sesidir.
• Mitral kapak yetmezliğine bağlı kalp üfürümü: Kalbin üzerinde sol karıncığın alt ucuna karşılık gelen kalp tepesinde duyulur. Sol koltukaltına doğru yayılır. Bu sesin şiddeti vücudun konumuna ve solunuma bağlı olarak değişir.
Hastaların yaklaşık üçte ikisinde elektrokardiyografide (EKG) çok tipik olmayan, ama tanı açısından önem taşıyan değişikliklere rastlanır. Bunlar sürekli değildir, ara sıra ortaya çıkar. EKG değişiklikleri göğüs ağrısının bulunduğu durumlarda yanlışlıkla koroner kalp hastalığı tanısına yöneltebilir.
Olgularm yüzde 10-15′inde kulakçık ek atımları (ekstrasistol) ortaya çıkar. Bazen de kulakçık kasının titreşim biçiminde düzensiz kasılması (flater), kulakçık kasılmalarının işlevsiz ve düzensiz seğirmelere dönüşmesi (fibrilasyon),taşikardi nöbetleri gibi daha ağır kalp ritmi bozuklukları görülür.
Çok ender olarak mitral kapak düşüklüğünde karıncık ek atımları, karıncık taşikardisi ve karıncık fibrilasyonu gibi tehlikeli ritim bozuklukları ortaya çıkar. Mitral kapak düşüklüğünde ani Ölümler karıncık fibrilasyonuna bağlanır.
EKOKARDİYOGRAFİ
Mitral kapak düşüklüğü tanısında ekokar-diyografi hastaya hiçbir rahatsızlık vermeyen ve çok güvenilir olan bir incelemedir. Hastalığa tanı koyma olanaklarını da önemli ölçüde genişletmiştir. Tipik bir mitral kapak düşüklüğü olgusunda eko-kardiyografik inceleme şu bulguları verir:
• Mitral kapakta kepçeyi andıran biçim bozukluğu. Bu görüntü mitral kapak düşüklüğü için çok tipiktir ve kesin tanıya yol açar.
• Hamak biçiminde mitral kapak. Bu görüntü tipik olarak hastalığın ilerlemiş evrelerinde ortaya çıkar.
Ekokardiyografik incelemede yanlış değerlendirmeye yol açabilen başlıca etkenler kalp dış zarında sıvı toplanması, mitral kapakta kalınlaşma, romatizma ya da enfeksiyon kökenli kalp iç zarı iltihabıdır.
ÖBÜR İNCELEMELER
Mitral kapak düşüklüğünde ağır bir mitral kapak yetmezliği, buna bağlı sol kulakçık genişlemesi ve akciğer atardamarlarında basmç artışı gelişmedikçe göğüs filmi çekilmesinin tanıya fazla yardımı olmaz.
Kalp boşluklarına kateter ile girilerek yapılan anjiyografik inceleme de kesin tanı olanağı sağlamakla birlikte daha zor bir girişim olması ve sonuçlarının tedavi seçimine yardımcı olmaması nedeniyle görece seyrek başvurulan bir tanı aracıdır.
KOMPLİKASYÖNLAR
Mitral kapak düşüklüğü iyi huylu olması nedeniyle hastaların çoğunda hiçbir belirti ve rahatsızlığa yol açmaz. Az sayıda hastada ise bazı komplikasyonlann ortaya çıkmasıyla hastalık ağrrlaşabilir. Kalpte ritim bozuklukları. Mitral kapak düşüklüğünde görülebilen bir komplikasyondur Saatte 30′dan fazla karıncık ek atımının görülmesi durumunda daha ağır ritim bozukluklarını önlemek için hastaya kalp ritmini düzenleyici tedavi uygulanması gerekir. Endokardit. Kalp boşluğunu döşeyen iç zarın iltihabıdır. Bazı istatistiklere göre endokardit hastalarının yüzde 25′inde mitral kapak düşüklüğü bulunmaktadır. Bu tip kalp hastalarında enfeksiyonlar erken dönemde tedavi edilmeli, diş çürükleri gibi kalbi etkileyebilen enfeksiyon odaklarının bulunması durumunda uygun antibiyotik tedavisi uygulanmalıdır. Beyin damarlarında tıkanma. Mitral kapak düşüklüğü kan akımını bozarak dolaşımda pıhtıların oluşma riskini artıran bir durumdur. Bu pıhtılar beyin damarlarına giderek tıkanmaya neden olabilir. Vücudun yarısında felç görülen hastaların önemli bölümünde mitral kapak düşüklüğüne bağlı kalp ritmi bozukluğu olduğu saptanmıştır. Mitral kapak yetmezliği. Mitral kapak düşüklüğünde kalp üfürümünün aniden şiddetlenmesi mitral kapak yetmezliği gibi bir komplikasyonu düşündürür. Bu durum çoğu kez mitral kapağı yerinde tutan kirişsi bağlardan birinin yırtılmasına bağlıdır.
TEDAVİ
Mitral kapak düşüklüğünün tedavisinde izlenecek yol hastalığın belirtilerine, mitral kapak yetmezliğinin ağırlığına ve kalp ritmindeki bozukluklara bağlı olarak değişir.
Belirti vermeyen olgularda kalp iç zan iltihabına karşı koruyucu önlemler dışında bir tedaviye gerek yoktur.
Ağır mitral kapak yetmezliğinde ise cerrahi girişim tek etkili tedavi yöntemidir. Kalp ritmi bozukluklarında beta-en-gelleyici ilaçlara başvurulur. Bu ilaçlardan yarar sağlanamazsa kalp ritmini düzenleyici ilaçlar denenir. Beta-ahcılaraı etkisini engelleyen ilaçlar aynı zamanda göğüs ağrılarına karşı etkilidir. Ağrılar bu tedaviyle giderilemezse geç etkili damar genişleticilere başvurulur. Anjina pektoris tipi ağrıların beta-engelleyici ya da damar genişleticilere dirençli olması, Çok seyrek görülen bir durumdur. Böyle bir durumda ağrıların kökeni titizlikle yeniden araştırılmalı, koroner atardamar hastalığı üzerinde durulmalıdır.
Oturum katmanı
Oturum katmanı veya 5. katman (İngilizce: Session Layer), bir bilgisayar birden fazla bilgisayarla aynı anda iletişim içinde olduğunda, gerektiğinde doğru bilgisayarla konuşabilmesini sağlar.
Ağda iki uygulamanın haberleşmesini sağlar. Uygulamalar arasındaki bağlantıları kurar, yönetir ve sonlandırır.Örneğin bir int.explorer programı ile Web server uygulamasının oturum kurmalarını birbirleri ile ön konuşmalar yapmalarını sağlar.İki uygulama birbirini fark edecek ve aralarında bir diyalog başlatacaktır.
Bu katman yardımı ile farklı bilgisayarlardaki kullanıcılar arasında oturumlar kurulması sağlanır. Bu işlem oturumların kurulmasını, yönetilmesini ve bitirilmesini içerir
Örneğin A bilgisayarı B üzerideki yazıcıya yazdırırken, C bilgisayarı B üzerindeki diske erişiyorsa, B hem A ile olan, hem de C ile olan iletişimini aynı anda sürdürmek zorundadır.
Bu katmanda çalışan NetBIOS ve Sockets gibi protokoller farklı bilgisayarlarla aynı anda olan bağlantıları yönetme imkânı sağlarlar.
Ağda iki uygulamanın haberleşmesini sağlar. Uygulamalar arasındaki bağlantıları kurar, yönetir ve sonlandırır.Örneğin bir int.explorer programı ile Web server uygulamasının oturum kurmalarını birbirleri ile ön konuşmalar yapmalarını sağlar.İki uygulama birbirini fark edecek ve aralarında bir diyalog başlatacaktır.
Bu katman yardımı ile farklı bilgisayarlardaki kullanıcılar arasında oturumlar kurulması sağlanır. Bu işlem oturumların kurulmasını, yönetilmesini ve bitirilmesini içerir
Örneğin A bilgisayarı B üzerideki yazıcıya yazdırırken, C bilgisayarı B üzerindeki diske erişiyorsa, B hem A ile olan, hem de C ile olan iletişimini aynı anda sürdürmek zorundadır.
Bu katmanda çalışan NetBIOS ve Sockets gibi protokoller farklı bilgisayarlarla aynı anda olan bağlantıları yönetme imkânı sağlarlar.
Papatya zinciri
Papatya zinciri, bilgisayar aygıtları, dış birimler ve ağ bağlantı noktalarının birbiri ardına seri olarak bağlanmasıdır. Bir bakıma seri bağlı elektrik devrelerinin bilgisayar sistemindeki karşılığı da denilebilir. Bireysel hesaplamalarda, 'Papatya Zinciri Yapılabilir' ara birimler olarak Küçük Bilgisayar sistem Ara Birimi (SCSI) ve FireWire gösterilebilir. Bu birimler, bilgisayarların katı teker, teyp sürücüleri, yoğun teker, yazıcılar, tarayıcılar gibi dış birimlerine erişimi eski ara birimlere oranla çok daha hızlı ve esnek bir şekilde gerçekleştirir.
Papatya zincirinin en önemli avantajı basit olmasıdır. Bir diğer avantajı ise ölçeklenebilir olmasıdır. Kullanıcı, belirlenmiş bir üst sınır kısıtı doğrultusunda, istediği kadar noktayı zincir boyunca ekleyebilir (Örnek : SCSI-2 ve SCSI-3'te 16 adet). Bir papatya zinciri, bir sondan diğerine kadar bir mesafede olabilir fakat noktaların belli bir coğrafi tabakaya saçılması gereken durumlara uygun değildir. Örneğin kabloların çapraz döşenmesi gereken bir durumda, cihazlar arası mesafelerle karşılaştırıldığı zaman toplamda harcanan kablo boyutu çok fazla olabilir. Bu da ağdaki, zincirin ters sonunda bulunan kullanıcıların işlem hızını yavaşlatabilir.
Papatya zincirinin en önemli avantajı basit olmasıdır. Bir diğer avantajı ise ölçeklenebilir olmasıdır. Kullanıcı, belirlenmiş bir üst sınır kısıtı doğrultusunda, istediği kadar noktayı zincir boyunca ekleyebilir (Örnek : SCSI-2 ve SCSI-3'te 16 adet). Bir papatya zinciri, bir sondan diğerine kadar bir mesafede olabilir fakat noktaların belli bir coğrafi tabakaya saçılması gereken durumlara uygun değildir. Örneğin kabloların çapraz döşenmesi gereken bir durumda, cihazlar arası mesafelerle karşılaştırıldığı zaman toplamda harcanan kablo boyutu çok fazla olabilir. Bu da ağdaki, zincirin ters sonunda bulunan kullanıcıların işlem hızını yavaşlatabilir.
NNTP, Network News Transfer Protocolün
NNTP, Network News Transfer Protocolün kısaltmasıdır. Genellikle Usenet erişimi, ve Usenet trafiği taşıyan sunucular tarafından kendi aralarında kullanılır. İnternet erişiminin atası sayılabilinecek iletişim protokol formatıdır. Henüz HTML standartlarının beta olmaktan öteye geçemediği zamanlarda görsel grafik arabirimden çok uzak bir şekilde daha çok text içerikli genel bilgi içeriği taşıma amacıyla oluşturulmuştur. Daha sonra binary özelliği kazandırılarak geliştirilmesi bir noktada sonlandırılmış olsa da düşük miktarda veri iletişimi açısından zamanla unutulacağı öngörülerini haksız çıkararak bir noktada kalıcılığını ispat etmiş bir iletişim protokolu olarak kendini ispatlamıştır.
LDAP (Lightweight Directory Access Protocol) TCP/IP
LDAP (Lightweight Directory Access Protocol) TCP/IP üzerinde çalışan dizin servislerini sorgulama ve değiştirme amacıyla kullanılan uygulama katmanı protokolü.
Bu protokol, OpenLDAP, Sun Directory Server, Microsoft Active Directory gibi dizin sunucuları tarafından kullanılmaktadır.
LDAP terimi şu hizmetleri kapsamaktadır:
TCP/IP protokolü üzerinde çalışan, istemci-sunucu modeline dayanan dağıtık bir dizin hizmet protokolü.
Lightweight Directory Access Protocol; dizin hizmetlerine ( directory services) erişebilmek için kullanılan, standart, genişletilebilir bir Internet protokolü.
Bir dizini kullanmakta rehberlik edecek dört model içerir:
Bir dizin (directory) içine verinin nasıl ekleneceğini tanımlayan bilgi modeli (information model)
Dizin içinde bulunan verinin nasıl referanslandırılacağını ve düzenleneceğini belirleyen adlandırma modeli (naming model)
Dizin verisi ile ne yapılacağını belirleyen işlevsel model (functional model)
Dizin verilerini yetkisiz kullanıcılardan koruyacak güvenlik modeli (security model)
LDAP Data Interchange Format (LDIF); dizin verilerini değiş-tokuş etmek için standart metin biçimi.
LDAP sunucu yazılımı; Ticari veya açık-kaynaklı implemantasyonlar (OpenLDAP, Sun Directory Server, Microsoft Active Directory)
LDAP sunucularla ya da LDAP–tabanlı programlarla bir arada gelen komut-satırı araçları
LDAP istemci uygulamaları geliştirebilmek için kullanılacak LDAP API’leri.
LDAP protokolü message-oriented (mesaj kaynaklı) bir protokoldür. Bunun anlamı şudur: istemci istek içeren bir LDAP iletisi oluşturur, ve mesajı sunucuya gönderir, sunucu ise bu istemi işler, ve sonucu bir veya birden fazla LDAP mesajı olarak istemciye yanıtı gönderir.
LDAP mesaj tabanlı bir protokol olduğu için, istemci bir anda birden fazla istemde bulunabilir. Örneğin bir istemci aynı anda iki arama işlemini aynı anda yapabilir. Birden fazla işlemi aynı anda yababilmeyi mümkün kılması LDAP protokolünü buna izin vermeyen HTTP ve benzeri protokollere göre daha esnek ve verimli bir protokol yapmaktadır.
Bu protokol, OpenLDAP, Sun Directory Server, Microsoft Active Directory gibi dizin sunucuları tarafından kullanılmaktadır.
LDAP terimi şu hizmetleri kapsamaktadır:
TCP/IP protokolü üzerinde çalışan, istemci-sunucu modeline dayanan dağıtık bir dizin hizmet protokolü.
Lightweight Directory Access Protocol; dizin hizmetlerine ( directory services) erişebilmek için kullanılan, standart, genişletilebilir bir Internet protokolü.
Bir dizini kullanmakta rehberlik edecek dört model içerir:
Bir dizin (directory) içine verinin nasıl ekleneceğini tanımlayan bilgi modeli (information model)
Dizin içinde bulunan verinin nasıl referanslandırılacağını ve düzenleneceğini belirleyen adlandırma modeli (naming model)
Dizin verisi ile ne yapılacağını belirleyen işlevsel model (functional model)
Dizin verilerini yetkisiz kullanıcılardan koruyacak güvenlik modeli (security model)
LDAP Data Interchange Format (LDIF); dizin verilerini değiş-tokuş etmek için standart metin biçimi.
LDAP sunucu yazılımı; Ticari veya açık-kaynaklı implemantasyonlar (OpenLDAP, Sun Directory Server, Microsoft Active Directory)
LDAP sunucularla ya da LDAP–tabanlı programlarla bir arada gelen komut-satırı araçları
LDAP istemci uygulamaları geliştirebilmek için kullanılacak LDAP API’leri.
LDAP protokolü message-oriented (mesaj kaynaklı) bir protokoldür. Bunun anlamı şudur: istemci istek içeren bir LDAP iletisi oluşturur, ve mesajı sunucuya gönderir, sunucu ise bu istemi işler, ve sonucu bir veya birden fazla LDAP mesajı olarak istemciye yanıtı gönderir.
LDAP mesaj tabanlı bir protokol olduğu için, istemci bir anda birden fazla istemde bulunabilir. Örneğin bir istemci aynı anda iki arama işlemini aynı anda yapabilir. Birden fazla işlemi aynı anda yababilmeyi mümkün kılması LDAP protokolünü buna izin vermeyen HTTP ve benzeri protokollere göre daha esnek ve verimli bir protokol yapmaktadır.
Megaco Ortam Geçidi Denetim Protokol
Megaco Ortam Geçidi Denetim Protokol(The Gateaway Control Protocol(resmi olarak H.248))ü IETF (Internet Engineering Task Force (Internet Mühendisliği Görev Gücü))ve (ITU-T) (Telekomünikasyon Standardizasyon Sektörü)'nin 16 numaralı çalışma grubu tarafından tarafından tanımlanmış ses çerçeveleme protokolüdür. Bu formatta paketlenmiş ses İnternet veya {ATM}-Asynchronous Transfer Mode omurgaları üzerinden aktarılabilir. Megaco internet protokollu (IP) ağların üzerindeki medya geçitlerinin ve genel dönüşümlü telefon ağlarının (PSTN) kontrolü için medya geçit kontrol protokolü uygulamasına ait bir yapıdır. Genel taban yapısı ve program arabirimi aslen RFC 2805'in içinde tanımlanmıştır ve şu anki özel Megaco tanımı 'ITU-T Recommendation H.248.1'dir.Ayrışık çoklu ortam gateawaylerinde gerçekleştirilen ortamsal(media) görüşmelerin çağrı kontrolünün bölünmesine olanak sağlar ve fiziksel olarak çağrı elementlerinin kontrolünü gerçekleştirir.Yani bu protokol medya geçitleri(MG) ile medya geçitleri kontrolleri(MGC) arasındaki bir arayüzdür.
Megaco, bilgisayar ağları üzerindeki multimedya akışının desteği için, medya geçitlerini kontrol eden -medya geçit denetçisi protokolünü- tanımlar. Bu, tipik olarak IP ağları ve PSTN arasında, ya da tamamen IP ağları içerisinde internet protokolleri ile ses (VoIP) servisi (ses ve faks) sağlamak çin kullanılır.
Megaco Protokolleri {MGCP}’den türetilmiştir.Megaco MGCP’den komutların ve özelliklerin bir çoğunu almıştır. Bu uygulama, aynı arabirim üzerinden kullanılır ve uygulama ve servis işlevi olarak benzerdir.Bu iki uygulamanın sinyal işleme şekilleri aynıdır.
Megaco, bilgisayar ağları üzerindeki multimedya akışının desteği için, medya geçitlerini kontrol eden -medya geçit denetçisi protokolünü- tanımlar. Bu, tipik olarak IP ağları ve PSTN arasında, ya da tamamen IP ağları içerisinde internet protokolleri ile ses (VoIP) servisi (ses ve faks) sağlamak çin kullanılır.
Megaco Protokolleri {MGCP}’den türetilmiştir.Megaco MGCP’den komutların ve özelliklerin bir çoğunu almıştır. Bu uygulama, aynı arabirim üzerinden kullanılır ve uygulama ve servis işlevi olarak benzerdir.Bu iki uygulamanın sinyal işleme şekilleri aynıdır.
Konversation
Konversation, KDE için IRC istemcisidir. KDE'nin Extragear paketi altında geliştiriliyor, dolayısıyla KDE'den bağımsız sürüm çıkarabiliyor.
Çoklu sunucu, IPv6, SSL ve UTF-8 gibi modern özellikler barındırıyor.
Çoklu sunucu, IPv6, SSL ve UTF-8 gibi modern özellikler barındırıyor.
Kişisel alan ağı ya da WPAN
Kişisel alan ağı ya da WPAN (Wireless Personal Area Network), kablosuz bir bilgisayar ağı sistemidir. Günümüzde bir endüstri standardıdır.
Bir kişisel alan ağı kişisel dijital asistanların ve telefonlarında dahil oldupu bilgisayar aygıtları arasında iletişim için kullanılan bilgisayar ağıdır. Bir Pan genellikle birkaç metre mesafededir. PAN'lar Internet veya daha yüksek seviyeli ağa bağlanmak için veya kişinin kendi kişisel aygıtları arasında iletişim için kullanılır. Kişisel alan ağlarında Firewire ve USB gibi bilgisayar kablosu kullanılır. Bir kablosuz kişisel alan ağı IrDA, Bluetooth, Wireless USB, Z-Wave ve ZigBee gibi kablosuz ağ teknolojileri ile yapılır.
Bir kişisel alan ağı kişisel dijital asistanların ve telefonlarında dahil oldupu bilgisayar aygıtları arasında iletişim için kullanılan bilgisayar ağıdır. Bir Pan genellikle birkaç metre mesafededir. PAN'lar Internet veya daha yüksek seviyeli ağa bağlanmak için veya kişinin kendi kişisel aygıtları arasında iletişim için kullanılır. Kişisel alan ağlarında Firewire ve USB gibi bilgisayar kablosu kullanılır. Bir kablosuz kişisel alan ağı IrDA, Bluetooth, Wireless USB, Z-Wave ve ZigBee gibi kablosuz ağ teknolojileri ile yapılır.
Dmoz'a nasıl kayıt yapılır
Dmoz.org Google Yahoo ve MSN dahil birçok büyük Arama motorunun içeriğine itibar ettiği insanlar tarafından yönetilen bir web kategorisidir. Tüm dünyada gönüllü editörler tarafından siteler gerekli kategoriler altına girilir, site sahiplerince gönderilen linkler incelenir onaylanır veya onaylanmaz. Dmoz diğer adıyla açık dizin projesine siz de katkıda bulunmak için bilgi sahibi olduğunuz bir kategori seçip editör olmak için başvurabilirsiniz. Bu yazıda anlattıklarımıza dikkat ederseniz sitenizin Dmoz' da listelenme süresi çok kısalabilir.
Sitemi Dmoz'a Nasıl Göndericem?
Dmoz'a kaydetmek istediğiniz siteniz için öncelikle en mantıklı kategoriyi seçmelisiniz. Dikkat sizin sitem bu kategoride olsa ne güzel olur çok hit alırım dediğiniz kategori değil sitenizin mantık olarak bulunması gerektiği kategoriyi seçmelisiniz. Örneğin Mobil cihazlar için oyunlar sunan bir siteniz var, bu siteyi Top: World: Türkçe: İnternet kategorisi altına gönderirseniz kabul edilmez silinir, veya en iyi ihtimalle gerekli olduğu dizine gönderilir ama kayıt olma süreniz bayağı bir uzar. sizin mobil oyun sitenizi Top: World: Türkçe: Bilgisayar: Mobil Bilişim altındaki oyunlar dizinine göndermeniz en mantıklı seçim olacaktır. İngizlice siteleri türkçe dizini altına değil ana dizindeki gerekli kategori altına gönderin. Türkiyedeki illerin İngilizce tanıtımları veya otel turizm siteleri için genllikle Top: Regional: Middle East: Turkey kategorisi tavsiye edilir.
Dmoz'a kayıtta dikkat edilecek hususlar
En mantıklı dizini seçtikten sonra yapmanız gereken o dizine girip üst sağ kısımdaki "adres öner" linkine tıklamak. Şimdi tek tek Dmoz kayıt sayfasındaki doldurmanız gereken yerleri inceleyeceğiz.
Site'nin Adresi:
Buraya sitenizin http:// ile başlayan adresini yazıyoruz. Siteniz eğer çok dilli ise Türkçe altında olduğumuz için tam türkçe anasayfanın adresini vermeniz doğru olacaktır örneğin http//www.domainadiniz.com/tr
Site'nin Başlığı:
Burada yapılan en büyük hata slogan sözcükler, arama motorlarında çıkmasını istediğiniz başlığını örnek arama motoru bilgi sitemiz için sadece "arama motoru" kelimelerini kullanmak veya "Türkiyenin arama motoru" başlığını kullanmak. Bizim için en doğru başlık "Arama Motoru Bilgi" olacaktır. Yani Sitenizin resmi ismi ne ise onu tercih etmelisiniz. Başlığınızın sadece ilk harflerin büyük yazın "Arama Motoru Bilgi" gibi. Kesinlikle Tamamı büyük harfler kullanmayın "DMOZ KAYIT" gibi.
Sitenin başlığının arama motorları üzerinde etkisi büyüktür ama bunu en optimum şekilde seçmelisiniz çünkü yanlış seçimde kaydedilmeniz uzayabilir kötü seçilmiş bir başlığı editör anında değiştirebilir.
Site Açıklaması:
Yazım hatası yapmayın, noktalamaya dikkat edin, sadece büyük harf kullanmayın, Html kullanmayın, başlıktaki gibi her sözcüğün ilk harfini büyük yapmayın, Sitenin adını başlığını açıklama içine yeniden yazmayın. Bunların yanında en önemlisi sitenizin reklamını abartılı sözlerle yapmayın örneğin "türkiyenin mobil bilişim merkezi" "acayip site" "süper site" ...
Arama motoru bilgi sitesi için örnek açıklama "Arama motorları ile ilgili makaleler ve önemli ipuçları." olabilir.
Burda verebileceğimiz bir ipucu açıklama içinde ilk sözcükler sizin sitenizin optimizasyonu için önemlidir. Bu ilk kelimelerin seçimi çok mühimdir sitenizi optimize ettiğiniz kelimeler ile başlamanızı öneririm ama mutlaka dikkat edin anlam bozukluğu anlam düşüklüğü olmasın. Sitenizi kayıt etmek istediğiniz kategorideki diğer açıklamaları dikkatlice inceleyin daha önce kabul edilmiş bu sitelerden kopya çekebilirsiniz.
E-posta Adresiniz:
son olarak eposta adresinizi de yazın korkmayın dmoz'dan kimse size spam göndermez:)
Son olarak Google kategorisi ile Dmoz kategorisi arasındaki bağlantı ve farklar üzerinde durmak istiyorum. Google belli aralıklarla Dmoz'u yedekler ve üzerinde bazı değişiklikler yaparak kendi sitesinde yayınlar. Dmoz'a giren siteler belli bir süre sonra Google Kategorilerinde de yayınlanır. Google PR' a göre bu siteleri belli bir sıraya dizebilir bazen Google site sahiplerince gönderilmiş ama editörlerce henüz onaylanmamış siteleri de yayınlayabiliyor.
Sitemi Dmoz'a Nasıl Göndericem?
Dmoz'a kaydetmek istediğiniz siteniz için öncelikle en mantıklı kategoriyi seçmelisiniz. Dikkat sizin sitem bu kategoride olsa ne güzel olur çok hit alırım dediğiniz kategori değil sitenizin mantık olarak bulunması gerektiği kategoriyi seçmelisiniz. Örneğin Mobil cihazlar için oyunlar sunan bir siteniz var, bu siteyi Top: World: Türkçe: İnternet kategorisi altına gönderirseniz kabul edilmez silinir, veya en iyi ihtimalle gerekli olduğu dizine gönderilir ama kayıt olma süreniz bayağı bir uzar. sizin mobil oyun sitenizi Top: World: Türkçe: Bilgisayar: Mobil Bilişim altındaki oyunlar dizinine göndermeniz en mantıklı seçim olacaktır. İngizlice siteleri türkçe dizini altına değil ana dizindeki gerekli kategori altına gönderin. Türkiyedeki illerin İngilizce tanıtımları veya otel turizm siteleri için genllikle Top: Regional: Middle East: Turkey kategorisi tavsiye edilir.
Dmoz'a kayıtta dikkat edilecek hususlar
En mantıklı dizini seçtikten sonra yapmanız gereken o dizine girip üst sağ kısımdaki "adres öner" linkine tıklamak. Şimdi tek tek Dmoz kayıt sayfasındaki doldurmanız gereken yerleri inceleyeceğiz.
Site'nin Adresi:
Buraya sitenizin http:// ile başlayan adresini yazıyoruz. Siteniz eğer çok dilli ise Türkçe altında olduğumuz için tam türkçe anasayfanın adresini vermeniz doğru olacaktır örneğin http//www.domainadiniz.com/tr
Site'nin Başlığı:
Burada yapılan en büyük hata slogan sözcükler, arama motorlarında çıkmasını istediğiniz başlığını örnek arama motoru bilgi sitemiz için sadece "arama motoru" kelimelerini kullanmak veya "Türkiyenin arama motoru" başlığını kullanmak. Bizim için en doğru başlık "Arama Motoru Bilgi" olacaktır. Yani Sitenizin resmi ismi ne ise onu tercih etmelisiniz. Başlığınızın sadece ilk harflerin büyük yazın "Arama Motoru Bilgi" gibi. Kesinlikle Tamamı büyük harfler kullanmayın "DMOZ KAYIT" gibi.
Sitenin başlığının arama motorları üzerinde etkisi büyüktür ama bunu en optimum şekilde seçmelisiniz çünkü yanlış seçimde kaydedilmeniz uzayabilir kötü seçilmiş bir başlığı editör anında değiştirebilir.
Site Açıklaması:
Yazım hatası yapmayın, noktalamaya dikkat edin, sadece büyük harf kullanmayın, Html kullanmayın, başlıktaki gibi her sözcüğün ilk harfini büyük yapmayın, Sitenin adını başlığını açıklama içine yeniden yazmayın. Bunların yanında en önemlisi sitenizin reklamını abartılı sözlerle yapmayın örneğin "türkiyenin mobil bilişim merkezi" "acayip site" "süper site" ...
Arama motoru bilgi sitesi için örnek açıklama "Arama motorları ile ilgili makaleler ve önemli ipuçları." olabilir.
Burda verebileceğimiz bir ipucu açıklama içinde ilk sözcükler sizin sitenizin optimizasyonu için önemlidir. Bu ilk kelimelerin seçimi çok mühimdir sitenizi optimize ettiğiniz kelimeler ile başlamanızı öneririm ama mutlaka dikkat edin anlam bozukluğu anlam düşüklüğü olmasın. Sitenizi kayıt etmek istediğiniz kategorideki diğer açıklamaları dikkatlice inceleyin daha önce kabul edilmiş bu sitelerden kopya çekebilirsiniz.
E-posta Adresiniz:
son olarak eposta adresinizi de yazın korkmayın dmoz'dan kimse size spam göndermez:)
Son olarak Google kategorisi ile Dmoz kategorisi arasındaki bağlantı ve farklar üzerinde durmak istiyorum. Google belli aralıklarla Dmoz'u yedekler ve üzerinde bazı değişiklikler yaparak kendi sitesinde yayınlar. Dmoz'a giren siteler belli bir süre sonra Google Kategorilerinde de yayınlanır. Google PR' a göre bu siteleri belli bir sıraya dizebilir bazen Google site sahiplerince gönderilmiş ama editörlerce henüz onaylanmamış siteleri de yayınlayabiliyor.
Kablosuz geniş alan ağı
WWAN, Wireless Wide Area Network, Kablosuz Geniş Alan Ağı kablosuz veri aktarımı için kullanılan kablosuz ağ teknolojisidir. WWAN'nın kapsama alanı WLAN'a göre çok daha fazladır. WiMAX ve Flarions FLASH-OFDM tekniklerinden faydalanılarak geliştirilmiştir.
Kablosuz uygulama protokolü (İngilizce: Wireless Application Protocol, WAP)
Kablosuz uygulama protokolü (İngilizce: Wireless Application Protocol, WAP) kablosuz iletişim kullanan uygulamalar için kurulmuş uluslararası bir standartdır. En genel kullanımı bir cep telefonu ya da avuç içi bilgisayardan internet erişimi sağlanmasıdır.
GSM mobil aboneleri, WAP destekli cep telefonlarıyla kablosuz işaretleme dili (Wireless Markup Language, Wml) ile kodlanmış web sitelerini kullanabilirler.
WAP "Wireless Application Protocol / Kablosuz Uygulama Protokolü" mobil telefonlar, avuçiçi bilgisayarlar (pda) gibi mobil iletişim araçları üzerinde internet içeriği sağlayan bir teknolojidir. Çoğu internet sayfası, cep telefonundan düzgün olarak görüntülenemez. WAP ile hazırlanmış sayfalar, cep telefonlarına uygun olarak tasarlanmış özel sayfalardır. Bu yönüyle kullanımı pratiktir.
WAP tarayıcı, bilgisayarlarımızda kullandığımız web tarayıcılar gibi tüm basit servisleri sağlar ancak bir cep telefonunun neden olduğu tüm kısıtlamalarla (örneğin küçük ekran) başedebilecek şekilde tasarlanmıştır. Ekranlar daha sadedir.
GSM mobil aboneleri, WAP destekli cep telefonlarıyla kablosuz işaretleme dili (Wireless Markup Language, Wml) ile kodlanmış web sitelerini kullanabilirler.
WAP "Wireless Application Protocol / Kablosuz Uygulama Protokolü" mobil telefonlar, avuçiçi bilgisayarlar (pda) gibi mobil iletişim araçları üzerinde internet içeriği sağlayan bir teknolojidir. Çoğu internet sayfası, cep telefonundan düzgün olarak görüntülenemez. WAP ile hazırlanmış sayfalar, cep telefonlarına uygun olarak tasarlanmış özel sayfalardır. Bu yönüyle kullanımı pratiktir.
WAP tarayıcı, bilgisayarlarımızda kullandığımız web tarayıcılar gibi tüm basit servisleri sağlar ancak bir cep telefonunun neden olduğu tüm kısıtlamalarla (örneğin küçük ekran) başedebilecek şekilde tasarlanmıştır. Ekranlar daha sadedir.
ÖSYM'den açıklama
ÖSYS Kılavuzu'nun yeniden düzenlenmesinin “İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” gerekiği zorunlu olarak yapıldığını bildirdi.
ÖSYM, 2012-ÖSYM'den yapılan açıklamada, 11 Nisan 2012 tarih ve 28261 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun yükseköğretime giriş ve yerleştirmeye yönelik ilgili maddelerinin yeniden düzenlendiği anımsatıldı.
Kanunla yapılan düzenlemelerin, 2012-ÖSYS Kılavuzu'nun yeniden düzenlenmesini zorunlu kıldığı belirtilerek, “Kanunda, 'Bu Kanun, yayımı tarihinde yürürlüğe girer.' hükmü bulunmaktadır. Bu nedenle, YÖK Genel Kurulu'nun 17 Mayıs 2012 tarihli kararı uyarınca 2012-ÖSYS Kılavuzu zorunlu olarak yeniden düzenlenerek kamuoyunun bilgisine sunulmuştur.”
ÖSYM, 2012-ÖSYM'den yapılan açıklamada, 11 Nisan 2012 tarih ve 28261 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6287 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun yükseköğretime giriş ve yerleştirmeye yönelik ilgili maddelerinin yeniden düzenlendiği anımsatıldı.
Kanunla yapılan düzenlemelerin, 2012-ÖSYS Kılavuzu'nun yeniden düzenlenmesini zorunlu kıldığı belirtilerek, “Kanunda, 'Bu Kanun, yayımı tarihinde yürürlüğe girer.' hükmü bulunmaktadır. Bu nedenle, YÖK Genel Kurulu'nun 17 Mayıs 2012 tarihli kararı uyarınca 2012-ÖSYS Kılavuzu zorunlu olarak yeniden düzenlenerek kamuoyunun bilgisine sunulmuştur.”
Kablosuz erişim noktası
Kablosuz erişim noktası, birçok özel işletme içerisinde wifi uyumlu laptop kullanan müşterilerin anlık İnternet erişim ihtiyacını karşılamak için verilen hizmet noktalarıdır. Bu ağı kurmak için modem benzeri bir alet kullanılır ve erişim noktasının varlığı genellikle bir tabela ile belirtilir.
HTTP durum kodları
Aşağıda HTTP protokol yanıt kodlarının bir listesi ve bunlarla ilişkili mesajlar ve Türkçe karşılıkları verilmiştir.
Bu numaralı kodalar, Web tarayıcı programları tarafından otomatik olarak işlenerek anlaşılır bir mesajı çevrilir.
Bu kodlar RFC2616 spesifikasyonu ile belirlenmiştir, yaygın olarak kullanılırlar.
Kod numarasının birinci hanesi, yanıtın beş kategoriden hangisne ait olduğunu belirtir. 200, 301, 302, 404 ve 500 kodları en yaygın olanlardır. Bazı kodal henüz kullanılmamakla beraber ilerde yaygınlaşması beklenmektedir. Bazıları, örneğin 200, görülmese de, varlığı varsayılır.
Bu numaralı kodalar, Web tarayıcı programları tarafından otomatik olarak işlenerek anlaşılır bir mesajı çevrilir.
Bu kodlar RFC2616 spesifikasyonu ile belirlenmiştir, yaygın olarak kullanılırlar.
Kod numarasının birinci hanesi, yanıtın beş kategoriden hangisne ait olduğunu belirtir. 200, 301, 302, 404 ve 500 kodları en yaygın olanlardır. Bazı kodal henüz kullanılmamakla beraber ilerde yaygınlaşması beklenmektedir. Bazıları, örneğin 200, görülmese de, varlığı varsayılır.
IEEE-488 nedir?
GPIB, genel amaçlı arayüzü veri yolu, HP-IB ile eşanlamda. Elektrikli enstrümanlı bir bilgisayarın kontrolde kullanılır. IEEE 488 veri yolu da denir çünkü ANSI/IEEE 488-1978, 488,1-1987, and 488.2-1987 standartları tarafından tanıtılır.
IP yönlendirme önemli bilgi
İnternette paketlerin hedeflerine ulaştırılması yönlendirici (router) adı verilen ve bu amaçla özel alarak tasarlanmış bilgisayarlar tarafından gerçekleştirilir. Yönlendiriciler, IP paketinin başlığında bulunan hedef adres bilgisi kullanılarak bu paketleri diğer yönlendiricilere iletilirler. Bu işlem paket hedefine ulaşıncaya kadar devam eder. Bu işleme IP Yönlendirme veya routing adı verilir.
ISDN, Integrated Services Digital Network
ISDN, Integrated Services Digital Network sözcüklerinin baş harflerinden oluşmuştur ve Bütünleştirilmiş sayısal ağ hizmetleri olarak Türkçeleştirilmiştir.
ISDN, mevcut analog telefon şebekesinin sayısal alternatifidir. Normal bir telefon hattı gibi bir telefon numarası çevirip hem sayısal, hem de analog hatlara ulaşım sağlanabilir. ISDN teknolojisini alışılmış analog hatlardan ayıran en önemli özellik tamamen sayısal temiz bir ses kanalı sağlamasının yanında, aynı anda veri (data) iletişimine de izin verebilmesidir. Ses, görüntü, veri gibi her türlü bilginin sayısal bir ortamda birleştirilip aynı hat üzerinden iletilmesinin sağlandığı bir haberleşme ağıdır.
ISDN abonesi olmanın faydası nedir?
Evde veya işyerindeki bilgisayar, faks, telefonun hepsi aynı hat üzerinden kullanılabilir. Ayrıca ISDN sayesinde görüntülü telefon, arayan numarayı görme, görüşme süresi, kontör sayısını öğrenme, video konferans v.b. özelliklerden yararlanılabilir, Internete hızlı bir şekilde bağlanılabilir.
ISDN hatlarında kullanılan hat teknolojilerinin adı PRI ve BRI olarak geçmektedir. BRI hatlarda 2 adet 64Kbps veri veya ses kanalının tek bir fiziksel kanal üzerinden iletilmesini sağlar. PRI hatlarda 30 adet 64 Kbps veri veya ses kanalı bant genişliği 2048 Kbps olan tek bir fiziksel kanal içerisinden taşınır. Veri iletimi senkron ve simetriktir. Veri iletiminin simetrik olmasından dolayı uzak mesafelere taşınması gereken PRI hatlar fiber kablolar üzerinden SONET, SDH veya PDH devreleri ile taşınır, bakır kablo üzerinden taşınacak PRI hatlar SHDSL modemler üzerinden taşınır.
ISDN, mevcut analog telefon şebekesinin sayısal alternatifidir. Normal bir telefon hattı gibi bir telefon numarası çevirip hem sayısal, hem de analog hatlara ulaşım sağlanabilir. ISDN teknolojisini alışılmış analog hatlardan ayıran en önemli özellik tamamen sayısal temiz bir ses kanalı sağlamasının yanında, aynı anda veri (data) iletişimine de izin verebilmesidir. Ses, görüntü, veri gibi her türlü bilginin sayısal bir ortamda birleştirilip aynı hat üzerinden iletilmesinin sağlandığı bir haberleşme ağıdır.
ISDN abonesi olmanın faydası nedir?
Evde veya işyerindeki bilgisayar, faks, telefonun hepsi aynı hat üzerinden kullanılabilir. Ayrıca ISDN sayesinde görüntülü telefon, arayan numarayı görme, görüşme süresi, kontör sayısını öğrenme, video konferans v.b. özelliklerden yararlanılabilir, Internete hızlı bir şekilde bağlanılabilir.
ISDN hatlarında kullanılan hat teknolojilerinin adı PRI ve BRI olarak geçmektedir. BRI hatlarda 2 adet 64Kbps veri veya ses kanalının tek bir fiziksel kanal üzerinden iletilmesini sağlar. PRI hatlarda 30 adet 64 Kbps veri veya ses kanalı bant genişliği 2048 Kbps olan tek bir fiziksel kanal içerisinden taşınır. Veri iletimi senkron ve simetriktir. Veri iletiminin simetrik olmasından dolayı uzak mesafelere taşınması gereken PRI hatlar fiber kablolar üzerinden SONET, SDH veya PDH devreleri ile taşınır, bakır kablo üzerinden taşınacak PRI hatlar SHDSL modemler üzerinden taşınır.
FDDI, (İngilizce: Fiber Distributed Data Interface
FDDI, (İngilizce: Fiber Distributed Data Interface), yüksek hızlı bir bilgisayar ağıdır, özellikle fiberoptik kablo hatlarında kullanılır. 1980'li yılların ortalarında yüksek hızlı bilgisayarların geliştirilmesiyle ortaya çıkmış bir standarttır. Bu standart günümüzde ethernet kadar yaygın değildir.
Kullanılan fiber optik kablo sayesinde yüksek hızlarda çalışan (100 mbps'nin üzerinde) tokenring LAN'dır. FDDI kablolamada çift kablolama tekniği kullanılır. Bu durumda bir taraf saat yönünde iletim yaparken diğer taraf saatin tersi yönünde iletim yapar. FDDI'da A ve B sınıfı olmak üzere iki istasyon vardır. A sınıfı istasyonlar hayati veriler ilettiğinden her iki fibere de bağlanır. B sınıfı istasyonlar ise fiberlerden sadece birine bağlanır. FDDI ile IEEE 802,5 Token Ring'in bir farkı vardır. 802,5'te bir istasyon yolladığı paket yerine gidip geri gelene kadar yeni jeton üretemezken FDDI'da istasyonun yeni bir jeton üretmek için eski jetonun geri gelmesini beklemesine gerek yoktur.
FDDI teknolojisi, uygulamalar için ideal olan gerçek zamanlı ağ bant aralığını (real time allocation) kullanma imkânı sunmaktadır. FDDI bunu iki farklı tipte trafik ile sağlamaktadır. Bunlar;
Eş Zamanlı (synchronous): Eş zamanlı bant aralığı,ses ve video aktarımı gibi devamlı veri akışının gerektiği durumlarda kullanılır. Geri kalan bant aralığı eş zamanlılık gerektirmeyen uygulamalar için kullanılır.
Eş Zamanlı Olmayan (asynchronous): Bu tür trafikte sekiz seviyeli öncelik değerleri vardır. Bu öncelik değerine göre kendilerine ayrılan bant aralığını kullanır. Eş zamanlı bant aralığını kullanamayan ve öncelik değeri düşük olan bilgisayarlar FDDI öncelik mekanizması tarafında kilitlenerek iletişimi imkânsız hale gelebilmektedir.
1986 yılında ANSI X3T9.5 komitesi tarafından tanıtılmış bir teknolojidir. 100 Mbps'nin üzerindeki hızlarda veri aktarmak için fiberoptik kabloların kullanıldığı bir yapıdır.
FDDI prensip olarak iki kapalı zincir üzerinde ters yönde hareket eden veri trafiğine göre yapılandırılmıştır. Bu kapalı hat ya da zincir tabir edilen yapılardan biri boş tutulur. Veri taşıyan zincirde bir problem olduğu zaman ikinci zincir devreye girer ve veri ters yönde taşınmaya devam eder. Kullandığı veri paketlerine token adı verilir. Token denilen veri paketleri, ringdeki herbir bilgisayardan bir defa geçer.
Günümüzde, FDDI ile veri transfer hızı 155 ile 622 Mbps arasında tanımlanabilir hale gelmiştir.
Kullanılan fiber optik kablo sayesinde yüksek hızlarda çalışan (100 mbps'nin üzerinde) tokenring LAN'dır. FDDI kablolamada çift kablolama tekniği kullanılır. Bu durumda bir taraf saat yönünde iletim yaparken diğer taraf saatin tersi yönünde iletim yapar. FDDI'da A ve B sınıfı olmak üzere iki istasyon vardır. A sınıfı istasyonlar hayati veriler ilettiğinden her iki fibere de bağlanır. B sınıfı istasyonlar ise fiberlerden sadece birine bağlanır. FDDI ile IEEE 802,5 Token Ring'in bir farkı vardır. 802,5'te bir istasyon yolladığı paket yerine gidip geri gelene kadar yeni jeton üretemezken FDDI'da istasyonun yeni bir jeton üretmek için eski jetonun geri gelmesini beklemesine gerek yoktur.
FDDI teknolojisi, uygulamalar için ideal olan gerçek zamanlı ağ bant aralığını (real time allocation) kullanma imkânı sunmaktadır. FDDI bunu iki farklı tipte trafik ile sağlamaktadır. Bunlar;
Eş Zamanlı (synchronous): Eş zamanlı bant aralığı,ses ve video aktarımı gibi devamlı veri akışının gerektiği durumlarda kullanılır. Geri kalan bant aralığı eş zamanlılık gerektirmeyen uygulamalar için kullanılır.
Eş Zamanlı Olmayan (asynchronous): Bu tür trafikte sekiz seviyeli öncelik değerleri vardır. Bu öncelik değerine göre kendilerine ayrılan bant aralığını kullanır. Eş zamanlı bant aralığını kullanamayan ve öncelik değeri düşük olan bilgisayarlar FDDI öncelik mekanizması tarafında kilitlenerek iletişimi imkânsız hale gelebilmektedir.
1986 yılında ANSI X3T9.5 komitesi tarafından tanıtılmış bir teknolojidir. 100 Mbps'nin üzerindeki hızlarda veri aktarmak için fiberoptik kabloların kullanıldığı bir yapıdır.
FDDI prensip olarak iki kapalı zincir üzerinde ters yönde hareket eden veri trafiğine göre yapılandırılmıştır. Bu kapalı hat ya da zincir tabir edilen yapılardan biri boş tutulur. Veri taşıyan zincirde bir problem olduğu zaman ikinci zincir devreye girer ve veri ters yönde taşınmaya devam eder. Kullandığı veri paketlerine token adı verilir. Token denilen veri paketleri, ringdeki herbir bilgisayardan bir defa geçer.
Günümüzde, FDDI ile veri transfer hızı 155 ile 622 Mbps arasında tanımlanabilir hale gelmiştir.
Folding@home
Berkeley Üniversitesi'ndeki Seti@Home gibi, Folding@Home (Folding At Home) da, büyük hesaplamaları yapmak için çok yüksek maliyete sahip bir süperbilgisayar yerine, dünya yüzüne yayılmış gönüllülerden oluşan bir Kişisel Bilgisayar ağına, hesaplama işlerini dağıtarak çalışan bir sistem. Protein molekülleriyle ilgili benzetimler (simulasyonlar) yapan Folding@Home projesine, başladığı tarih olan Ekim 2000'den beri bir milyondan fazla işlemci katılımda bulunmuş. 2005'e kadar Merkezi İşlem Birimini Folding@Home,
2000 yılından beri yeni bir motor ve SSE komut seti desteği gibi geliştirmelerle ilerleyen proje, şu anda grafik işlemcilerinin programlanabilir kayar nokta birimlerine (Floating Point Unit) de görev yüklemeye çalışıyor.
2000 yılından beri yeni bir motor ve SSE komut seti desteği gibi geliştirmelerle ilerleyen proje, şu anda grafik işlemcilerinin programlanabilir kayar nokta birimlerine (Floating Point Unit) de görev yüklemeye çalışıyor.
Geniş alan ağı, ( Wide Area Network, WAN)
Geniş alan ağı, ( Wide Area Network, WAN), birden fazla cihazın birbiri ile iletişim kurmasını sağlayan fiziksel veya mantıksal büyük ağdır. Yerel alan ağlarının birbirine bağlanmasını sağlayan çok geniş ağlardır. En meşhur geniş alan ağı İnternettir.
WAN Tasarlama Seçenekleri
WAN'lar, bir mekanda bulunan kullanıcı ve bilgisayarların başka bir mekanda bulunan kullanıcı ve bilgisayarlarla iletişim kurabilmesi için LAN'ları ve başka tip ağları birbirine bağlamakta kullanılır. Birçok WAN tek bir organizasyon için kurulmuştur ve özeldir. İnternet Servis Sağlayıcıları tarafından kurulan diğer WAN'lar ise bir organizasyonun LAN'ından Internet'e bağlantı sağlar. WAN'lar genellikle kiralık devreler kullanılarak kurulur. Kiralık devrenin her iki ucunda, bir yönlendirici bir tarafı ve WAN içinde bir kablo göbeği de diğer tarafı LAN'a bağlar. Kiralık devreler çok pahalı olabilmektedir. Kiralık devre kullanmak yerine, WAN'lar daha ucuza mal olan devre anahtarlama veya paket anahtarlama metotlarını kullanarak da kurulabilirler. TCP/IP'yi de içeren şebeke protokolleri taşıma ve adresleme işlevlerini iletir. SONET/SDH, MPLS, ATM ve Frame Relay'in ötesinde Packet'i de içeren protokoller servis sağlayıcıları tarafından WAN'larda kullanılan bağları iletmek üzere kullanılır. X.25 eski ve önemli bir WAN protokolüdür ve Frame Relay'in bugün hala kullanımda olan, belli başlı birçok protokol ve işlevi gibi Frame Relay'in "babası" sayılır.
WAN'lar üzerinde yapılan akademik araştırmalar üç alanda incelenebilir: Matematiksel Modeller, Şebeke Emülasyonu ve Şebeke Simülasyonu.
Performans düzeltmeleri bazen WAF'lar veya WAN eniyileme algoritması ile iletilir.
WAN bağlantı teknolojisi seçenekleri NonStop S-series sunucularına WANs bağlanmanın bir çok yolu vardır. ServerNet Wide Area Network (SWAN)geniş alan ağı içeriğiyle veya SWAN 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10 değiştiricileri yardımıyla Ethernet girişlerine ve uygun haberleşme yazılımına sahip olan sunuculara WAN alıcı bağlantısını sağlar.Eşzamansız geniş alan ağı sunucusunu Asynchronous Wide Area Network(AWAN) da kullanabilirsiniz.WAN bağlantısı için bir kaç yol kullanılabilir.
WAN Tasarlama Seçenekleri
WAN'lar, bir mekanda bulunan kullanıcı ve bilgisayarların başka bir mekanda bulunan kullanıcı ve bilgisayarlarla iletişim kurabilmesi için LAN'ları ve başka tip ağları birbirine bağlamakta kullanılır. Birçok WAN tek bir organizasyon için kurulmuştur ve özeldir. İnternet Servis Sağlayıcıları tarafından kurulan diğer WAN'lar ise bir organizasyonun LAN'ından Internet'e bağlantı sağlar. WAN'lar genellikle kiralık devreler kullanılarak kurulur. Kiralık devrenin her iki ucunda, bir yönlendirici bir tarafı ve WAN içinde bir kablo göbeği de diğer tarafı LAN'a bağlar. Kiralık devreler çok pahalı olabilmektedir. Kiralık devre kullanmak yerine, WAN'lar daha ucuza mal olan devre anahtarlama veya paket anahtarlama metotlarını kullanarak da kurulabilirler. TCP/IP'yi de içeren şebeke protokolleri taşıma ve adresleme işlevlerini iletir. SONET/SDH, MPLS, ATM ve Frame Relay'in ötesinde Packet'i de içeren protokoller servis sağlayıcıları tarafından WAN'larda kullanılan bağları iletmek üzere kullanılır. X.25 eski ve önemli bir WAN protokolüdür ve Frame Relay'in bugün hala kullanımda olan, belli başlı birçok protokol ve işlevi gibi Frame Relay'in "babası" sayılır.
WAN'lar üzerinde yapılan akademik araştırmalar üç alanda incelenebilir: Matematiksel Modeller, Şebeke Emülasyonu ve Şebeke Simülasyonu.
Performans düzeltmeleri bazen WAF'lar veya WAN eniyileme algoritması ile iletilir.
WAN bağlantı teknolojisi seçenekleri NonStop S-series sunucularına WANs bağlanmanın bir çok yolu vardır. ServerNet Wide Area Network (SWAN)geniş alan ağı içeriğiyle veya SWAN 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10 değiştiricileri yardımıyla Ethernet girişlerine ve uygun haberleşme yazılımına sahip olan sunuculara WAN alıcı bağlantısını sağlar.Eşzamansız geniş alan ağı sunucusunu Asynchronous Wide Area Network(AWAN) da kullanabilirsiniz.WAN bağlantısı için bir kaç yol kullanılabilir.
Gigabit arayüz çevirici (İngilizce: Gigabit interface converter veya kısaca GBIC)
Gigabit arayüz çevirici (İngilizce: Gigabit interface converter veya kısaca GBIC), elektrik sinyallerini seri optik sinyallere, optik sinyalleri ise elektrik sinyallerine çeviren dönüştürüdür. Bilgisayar ağlarında Ethernet'le birlikte çalışan fiber optik sistemlerde kullanılır.
Gigabit arayüz çeviriciler tasarımcılara bir çeşit ürün yapma imkânı sağlar. Ürün ister optik olsun, ister olmasın hem optik hem de bakır uygulamalar çeviri ile uyum sağlayabilir. Elektro-optik ağlarda kullanıcıya kolayca upgrade imkânı sağlar.
Gigabit arayüz çeviriciler tasarımcılara bir çeşit ürün yapma imkânı sağlar. Ürün ister optik olsun, ister olmasın hem optik hem de bakır uygulamalar çeviri ile uyum sağlayabilir. Elektro-optik ağlarda kullanıcıya kolayca upgrade imkânı sağlar.
EIA-485 nedir?
TIA/EIA-485, RS-485 olarak da bilinir; 1200 m'ye kadar kablo uzunluğuna izin veren, çok noktalı, yarı çift yönlü (İng: Half duplex), seri iletişim veriyolu standardı.
RS-232 standardının uzun mesafelisi olarak düsünülebilir. RS-232, 5 metreye kadar kablo uzunluklarının desteklerken, EIA-485'te bu uzunluk çok daha fazladır. İletişim hızı kullanılacak kablo uzunluğu ve türüne göre değişkendir. Bağlantılarda, üreticiye ve adres yolu türüne (İng: Bus) bağlı olarak çeşitli kablolar kullanılabilir.
62,5 kBit/sn 1200 m - Bir adet dolanmış çift kablo (UTP)
375 kBit/sn 300 m - Bir adet dolanmış çift kablo (UTP)
500 kBit/sn
1000 kBit/sn
2400 kBit/sn 100 m İki adet dolanmış çift kablo (UTP)
10000 kBit/sn 10 m
Genellikle endüstriyel otomasyon uygulamalarında kullanılan bir standarttır.
RS-232 standardının uzun mesafelisi olarak düsünülebilir. RS-232, 5 metreye kadar kablo uzunluklarının desteklerken, EIA-485'te bu uzunluk çok daha fazladır. İletişim hızı kullanılacak kablo uzunluğu ve türüne göre değişkendir. Bağlantılarda, üreticiye ve adres yolu türüne (İng: Bus) bağlı olarak çeşitli kablolar kullanılabilir.
62,5 kBit/sn 1200 m - Bir adet dolanmış çift kablo (UTP)
375 kBit/sn 300 m - Bir adet dolanmış çift kablo (UTP)
500 kBit/sn
1000 kBit/sn
2400 kBit/sn 100 m İki adet dolanmış çift kablo (UTP)
10000 kBit/sn 10 m
Genellikle endüstriyel otomasyon uygulamalarında kullanılan bir standarttır.
Distributed Hash Tables (DHTs) ya da Dağılmış Komut Çizelgesi
Distributed Hash Tables (DHTs) ya da Dağılmış Komut Çizelgesi (DKÇ), P2P paylaşımında geri bildirim anonsu olarak adlandırılmaktadır. Genelde geri bildirim dosyası içinde açık olan IP ve o IP'nin port bilgileri yer almaktadır. Bilgisayar ağına dağılmış bir komut çizelgesidir.
Bu açıdan dosya paylaşımında kaynak olabilecek (server/sunucu)'ların adreslerinin belli olması sağlanmaktadır. Genelde P2P bir takım ilegal olabilecek paylaşımlarda kullanıldığı için birçok kullanıcı P2P programlarında DHT'yi paylaşıma kapatır ve bu yüzden P2P geri bildirimleri düşük düzeyde kalır. Aslında sadece IP ve o IP'nin port değerlerini içerdiği için siz sabit IP kullanıcısı değilseniz ve İnternet'e her girdiğinizde yeni bir IP alıyor iseniz teoride siz P2P kullanmasanız bile P2P kullanan birinin IP'sini kullanmakta olma ihtimaliniz vardır. Bu açıdan P2P kullanıcısı iseniz ve sabit IP'niz varsa bile bunun hiçbir anlamı kalmayacaktır; çünkü çeşitli hacker'lerin yazdığı programlar ile birçok IP söz konusu P2P adreslemelerine eklenmektedir. Birçok illegal P2P dosyası içerisinde IBM, MS, Google, Yahoo! gibi birçok yasal firmanın IP'leri bile P2P dosyası içerisinde kaynak sorgulamasında görülebilmekte ve P2P dosyalarının ne ölçüde yasal delil teşkil edeceği konusunda belirsiz bir durum oluşmaktadır.
Bu açıdan dosya paylaşımında kaynak olabilecek (server/sunucu)'ların adreslerinin belli olması sağlanmaktadır. Genelde P2P bir takım ilegal olabilecek paylaşımlarda kullanıldığı için birçok kullanıcı P2P programlarında DHT'yi paylaşıma kapatır ve bu yüzden P2P geri bildirimleri düşük düzeyde kalır. Aslında sadece IP ve o IP'nin port değerlerini içerdiği için siz sabit IP kullanıcısı değilseniz ve İnternet'e her girdiğinizde yeni bir IP alıyor iseniz teoride siz P2P kullanmasanız bile P2P kullanan birinin IP'sini kullanmakta olma ihtimaliniz vardır. Bu açıdan P2P kullanıcısı iseniz ve sabit IP'niz varsa bile bunun hiçbir anlamı kalmayacaktır; çünkü çeşitli hacker'lerin yazdığı programlar ile birçok IP söz konusu P2P adreslemelerine eklenmektedir. Birçok illegal P2P dosyası içerisinde IBM, MS, Google, Yahoo! gibi birçok yasal firmanın IP'leri bile P2P dosyası içerisinde kaynak sorgulamasında görülebilmekte ve P2P dosyalarının ne ölçüde yasal delil teşkil edeceği konusunda belirsiz bir durum oluşmaktadır.
Ağ katmanı veya 3. katman (İngilizce: Network Layer)
Ağ katmanı veya 3. katman (İngilizce: Network Layer), veri paketine farklı bir ağa gönderilmesi gerektiğinde yönlendiricilerin kullanacağı bilginin eklendiği katmandır. Örneğin IP iletişim kuralı bu katmanda görev yapar.
Ağ katmanı , sunucular arası yönlendirme dahil olmak üzere kaynaktan hedefe paketin iletilmesinden sorumludur, hâlbuki veri bağlantı katmanı aynı bağlantı üzerindeki çerçevenin iletilmesinden sorumludur.
Ağ katmanında bulunan fonksiyonlar:
Bağlantı modeli: Bağlantı Yönelimli ve Bağlantısız İletişim
Örneğin,normal posta (mektup) bağlantısızdır, şöyle ki bir mektup gönderildiğinde alıcının bir şey yapmasını gerek yoktur.Diğer taraftan,telefon sistemi bağlantı yönelimlidir çünkü bağlantı kurulmadan önce karşı tarafın telefonu açması gerekir.Osi ağ katmanı protokolü hem bağlantı yönelimli hem de bağlantısız olabilir.Buna karşın, TCP/IP internet katmanı sadece bağlantısız İnternet protokolünü (IP) destekler; fakat bağlantı yönelimli protokol, modelin daha yüksek katmanlarında mevcuttur.
Sunucu Adresleme :
Ağdaki her sunucunun nerde olduğunun belirlenmesi için eşsiz bir adrese ihtiyacı vardır.Normalde bu adres hiyerarşik bir sistem tarafından atanır, yani evinizdeki kişiler için “Mehmet Mansız” sizin eşsiz adresiniz olabilirken, Ankara'dakiler için “Mehmet Mansız,Beldemiz Sitesi, Sincan” veya Türkiye'deki kişiler için “Mehmet Mansız,Beldemiz Sitesi, Sincan, Ankara” ve Dünya'nın herhangi bir yerindeki kişi için “Mehmet Mansız,Beldemiz Sitesi, Sincan, Ankara, Türkiye” adresiniz olabilir.İnternetde, adresler İnternet Protokol adresleri (IP) olarak bilinir.
Mesaj Yönlendirme:
Geniş alan iletişimleri için birçok ağın alt ağlara bölünmesi ve birbirlerine bağlanmasında gerekir,bunun için ağlar özelleştirilmiş hostlar kullanır ve bunlara ağ geçitleri (gateways) veya yönlendirici (routers) denir ve adı geçen cihazlar paketleri ağlar arasında yönlendirir. Bu ayrıca mobil uygulamaların da ilgisini çekti. Şöyle ki, bir kullanıcı bir yerden başka bir yere gittiğinde bu cihazlar kullanıcıyı izleyecek şekilde mesajlarını yönlendirmeli. IPv4 bu özellik ile dizayn edilmedi, buna rağmen taşınabilirlik (hareketlilik) eklentisi mevcut. IPv6 ise çözüm için daha iyi bir dizayna sahiptir.
Ağ katmanı , sunucular arası yönlendirme dahil olmak üzere kaynaktan hedefe paketin iletilmesinden sorumludur, hâlbuki veri bağlantı katmanı aynı bağlantı üzerindeki çerçevenin iletilmesinden sorumludur.
Ağ katmanında bulunan fonksiyonlar:
Bağlantı modeli: Bağlantı Yönelimli ve Bağlantısız İletişim
Örneğin,normal posta (mektup) bağlantısızdır, şöyle ki bir mektup gönderildiğinde alıcının bir şey yapmasını gerek yoktur.Diğer taraftan,telefon sistemi bağlantı yönelimlidir çünkü bağlantı kurulmadan önce karşı tarafın telefonu açması gerekir.Osi ağ katmanı protokolü hem bağlantı yönelimli hem de bağlantısız olabilir.Buna karşın, TCP/IP internet katmanı sadece bağlantısız İnternet protokolünü (IP) destekler; fakat bağlantı yönelimli protokol, modelin daha yüksek katmanlarında mevcuttur.
Sunucu Adresleme :
Ağdaki her sunucunun nerde olduğunun belirlenmesi için eşsiz bir adrese ihtiyacı vardır.Normalde bu adres hiyerarşik bir sistem tarafından atanır, yani evinizdeki kişiler için “Mehmet Mansız” sizin eşsiz adresiniz olabilirken, Ankara'dakiler için “Mehmet Mansız,Beldemiz Sitesi, Sincan” veya Türkiye'deki kişiler için “Mehmet Mansız,Beldemiz Sitesi, Sincan, Ankara” ve Dünya'nın herhangi bir yerindeki kişi için “Mehmet Mansız,Beldemiz Sitesi, Sincan, Ankara, Türkiye” adresiniz olabilir.İnternetde, adresler İnternet Protokol adresleri (IP) olarak bilinir.
Mesaj Yönlendirme:
Geniş alan iletişimleri için birçok ağın alt ağlara bölünmesi ve birbirlerine bağlanmasında gerekir,bunun için ağlar özelleştirilmiş hostlar kullanır ve bunlara ağ geçitleri (gateways) veya yönlendirici (routers) denir ve adı geçen cihazlar paketleri ağlar arasında yönlendirir. Bu ayrıca mobil uygulamaların da ilgisini çekti. Şöyle ki, bir kullanıcı bir yerden başka bir yere gittiğinde bu cihazlar kullanıcıyı izleyecek şekilde mesajlarını yönlendirmeli. IPv4 bu özellik ile dizayn edilmedi, buna rağmen taşınabilirlik (hareketlilik) eklentisi mevcut. IPv6 ise çözüm için daha iyi bir dizayna sahiptir.
Abstract Syntax Notation One
Telekomünikasyon ve bilgisayar ağlarında, Abstract Syntax Notation One (ASN.1) verilerin nasıl gösterildiği, kodlandığı, yollandığı, alındığı ve okunduğunu anlatmaya yarayan standart ama genişletilebilir bir dildir.
ASN.1, ISO ve ITU-T tarafından 1984 yılında CCITT X.409:1984 standardının bir parçası olarak ortaya çıkmıştır. Uygulanabilirliği sayesinde 1988 yılında kendi standardına (X.208) sahip olmuştur. 1995 yılında da tekrar revize edilerek X.680 olarak yayınlanmıştır.
ASN.1, ISO ve ITU-T tarafından 1984 yılında CCITT X.409:1984 standardının bir parçası olarak ortaya çıkmıştır. Uygulanabilirliği sayesinde 1988 yılında kendi standardına (X.208) sahip olmuştur. 1995 yılında da tekrar revize edilerek X.680 olarak yayınlanmıştır.
Ağ Dosya Sistemi
Ağ Dosya Sistemi (Network File System) Sun Microsystems tarafından 1984 yılında geliştirilmiş, ağdaki bilgisayarların ortak bir dosya sistemine, yerel diskleri kadar kolay ulaşmasını sağlayan, RPC temelli dağıtık dosya sistemi yapısıdır.
Şile bezi Şile Bezi Yapılışı Şile Bezi Özellikleri
Şile bezi, el tezgahlarında, pamuk ipliğinden dokunan, tamamen Şile'ye özgü bir bezdir. Günümüzde Şile bezi diye maalesef Denizli'nin Buldan bezi otomatik tezgahlarda işlenip satılmaktadır. Şile'nin bu bezi Şile'liler sahip çıkamadığından yavaş yavaş başka ilçe ve yörelerin tekeline girmektedir.
Şile Bezi Özellikleri
Şile Bezi'nden çeşitli giysiler üretilmektedir. Vücut terini emme özelliğinden dolayı sağlıklı bir üründür. Şile Bezi rahat, hafif, ucuz, ter emici, sağlıklı doğal bir giysi olma özelliğiyle geniş kullanım alanı bulunmaktadır. Ayrıca kültürel ve sanatsal motif ve işlemelerle süsleme ve aksesuar olarak da kullanım alanı geniş bir üründür. İlk zamanlarda keten ipliğinden yapılan Şile Bezi taleplerin artmasıyla zamanımızda pamuk ipliği ve makineyle de dokuması yapılmaktadır. Özgün Şile bezinin ipliği 20 numara kıvırcık iplikle yapılmaktadır.Şile Bezi Yapılışı
Kazan içinde kaynamakta olan suya uygun miktarda hamur atılır, iyice karıştırılarak kaynatılır. Hamurun erimesine müteakip çileler halinde alınana pamuk ipliği kazana atılmaktadır.İplik hamuru emene kadar karıştırma ve kaynama devam eder. Daha sonra çileler halinde çıkarılan iplik çırpılarak kuruması için ipe asılır. Kuruduktan sonra çıkrıkta makara veya bobine sarılan iplikler dokuma için hazır hale gelmiştir. Eni ve boyu değişebilen yöreye has tezgahlara aktı ve çözgü şeklinde gerilir. Eni tezgaha bağlı olarak değişim gösteren bezin, dilenildiği kadar uzunlukta dokuması yapılmaktadır.
Genellikle krem ve beyaz olarak dokunan bez, istendiği takdirde kaynatma sırasında istenilen renge boyanabilmektedir. Bu renklerle desen ve renkli dokuma yapılabilir.
Dokunan bezler top halinde deniz suyuna bastırılıp yıkanır. Sonrasında sıkılmadan kuruması için asılır. Kuruyan bezler top haline getirilir.
Şile Bezi, üzerinde baskı ve el işlemeleriyle süslenerek değişik amaçlarda kullanıma sunulmaktadır. El nakışları süslemeleri, floş iplik yöreye has özellik taşıyan motiflerle süslenmektedir. Bu motifler halk arasında değişik isimlerle anılmaktadır. Örneğin çatlak kahve, samatya, kartopu, gazi sofrası, yasemin, hanım yanağı gibi.
İşlemeler, kasnağa gerilen bez üzerine floş iplikle yukarıdaki isimlerden oluşan motiflerle yapılmaktadır.
Masa, sehpa örtüsü, erkek ve bayan gömlekleri, elbise, gecelik, sabahlık, mutfak ve yatak örtüleri şeklinde kullanılmaktadır.
Şalvar
Şalvar, genellikle ağı çok bol olan, bele bir uçkurla bağlanan geniş bir tür pantolondur. Özellikle Çukurova bölgesinden (Mersin Tarsus Adana)dan başlayıp Güneydoğu Anadolu,ya kadar olan bölgede sıkça giyilen yöresel giysi türüdür.
Şalvar bol olduğundan bağ bahçe ve tarlada çalışanlar için uygundur. Bu özelliği nedeniyle şalvarı hala kırsal alanda tarım ve hayvancılık yapan insanlar kullanmaktadır.
Anadolu'da özellikle kırsal alanda giyilen şalvar, artık yerini pantolana bırakmış ve artık sadece folklor oyun ekiplerinde görülmekte olsa da Adananın bilhassa kırsal kesimlerinde hala oldukça tercih edilen ve çok yaygın bir kıyafettir.
Şalvar bol olduğundan bağ bahçe ve tarlada çalışanlar için uygundur. Bu özelliği nedeniyle şalvarı hala kırsal alanda tarım ve hayvancılık yapan insanlar kullanmaktadır.
Anadolu'da özellikle kırsal alanda giyilen şalvar, artık yerini pantolana bırakmış ve artık sadece folklor oyun ekiplerinde görülmekte olsa da Adananın bilhassa kırsal kesimlerinde hala oldukça tercih edilen ve çok yaygın bir kıyafettir.
Şardonlama nedir?
Şardonlama, kumaşın yüzeyini tüylendirerek havlu hale getirilmesidir.
Dokuma ya da örme kumaşların ipliklerinin içerisinden, liflerin çekilerek kumaş yüzeyine çıkarılması ve böylece tüylendirilmiş yüzeyli bir kumaş görünüşü oluşturulmasıdır. Şardonlama enlemesine açık durumdaki kumaşın, doğal veya metalik ince teller ya da zımpara kaplı dönen silindirler ile aksi yönde geçirilirken mamulün üzerinden geçirilmesi ile gerçekleşir. Battaniye, peluş, oduncu gömleklik kumaşlarında özellikle uygulanır.
Dokuma ya da örme kumaşların ipliklerinin içerisinden, liflerin çekilerek kumaş yüzeyine çıkarılması ve böylece tüylendirilmiş yüzeyli bir kumaş görünüşü oluşturulmasıdır. Şardonlama enlemesine açık durumdaki kumaşın, doğal veya metalik ince teller ya da zımpara kaplı dönen silindirler ile aksi yönde geçirilirken mamulün üzerinden geçirilmesi ile gerçekleşir. Battaniye, peluş, oduncu gömleklik kumaşlarında özellikle uygulanır.
Şemsiye tarihçesi
Şemsiye, yağmur ve güneşten korunmak amacıyla kullanılan bir aksesuardır.
İlk kullanım dönemlerinde "parasol" denilen (para=durdurmak, sol=güneş anlamında) şemsiye, Türkçe'ye Arapça'daki şemsiyye sözcüğünden gelmiştir. TDK'na göre; "1- bir sapın üzerinde esnek tellere gerilmiş, açılıp kapanabilen, yağmur ve güneşten korunmak için kullanılan, su geçirmez kumaştan yapılmış taşınabilir eşya, güncek, 2- Aynı noktadan çıkan eşit uzunluktaki sapçıkların ucunda bulunan çiçek topluluğu." olarak tanımlanmakta olup, plaj ve bahçelerde güneşlik olarak kullanılabileceği açıklaması da yapılmaktadır. İngilizce'de Latince Umbra=gölge kökenli sözcükten türeyen şemsiye 4000 yıllık bir geçmişe sahiptir.
İlk şemsiye kullanımına Mezopotamya'da rastlanır. Güneşten korunmak amacıyla kullanılan ilk şemsiyelerden sonra m.ö. 1200 yıllarında eski Mısır'da koruyucu bir niteliği olduğuna inanılan şemsiye, Roma kültürüne Mısır'dan geçti. Yapımında yaprak ve papirüslerin kullanıldığı şemsiyenin kullanımı Eski Yunan kültüründe de görülür. Yağmura karşı ilk kullanımın Çin’de olduğu bilinmektedir. Kağıttan yapılan şemsiyeler reçinelenerek su geçirmez yapılmış ve yağmurdan korunmak amacıyla kullanıldı. 16. yüzyıl sonlarında batı dünyasında yaygınlaşan şemsiye; Fas'lı gezgin ve yazar Janas Hanway (1712-1786) tarafından Londra'da kullanılarak aksesuarın tanınmasını sağladı. Bu süreçte İngiliz burjuvazisi tarafından "Hanway" olarak adlandırıldı.
İlk zamanlarda bir çeşit yağla kaplanarak su geçirmezliği sağlanan şemsiyeler, çok dayanıklı olmamakla birlikte giderek kullanımının artmasıyla daha dayanıklı modeller üretilmeye başlandı. Seri üretimine 1830 yılında Londra'da "James Smith and Sons" şirketinde başlanan şemsiyelerin saplarının yapımında balina kemiği ve ahşap tercih edildi. 1852'de Samuel Fox adlı bir üreticinin çelik tel kullanmasıyla değişik modellerin üretimine başlandı.
İlk kullanım dönemlerinde "parasol" denilen (para=durdurmak, sol=güneş anlamında) şemsiye, Türkçe'ye Arapça'daki şemsiyye sözcüğünden gelmiştir. TDK'na göre; "1- bir sapın üzerinde esnek tellere gerilmiş, açılıp kapanabilen, yağmur ve güneşten korunmak için kullanılan, su geçirmez kumaştan yapılmış taşınabilir eşya, güncek, 2- Aynı noktadan çıkan eşit uzunluktaki sapçıkların ucunda bulunan çiçek topluluğu." olarak tanımlanmakta olup, plaj ve bahçelerde güneşlik olarak kullanılabileceği açıklaması da yapılmaktadır. İngilizce'de Latince Umbra=gölge kökenli sözcükten türeyen şemsiye 4000 yıllık bir geçmişe sahiptir.
İlk şemsiye kullanımına Mezopotamya'da rastlanır. Güneşten korunmak amacıyla kullanılan ilk şemsiyelerden sonra m.ö. 1200 yıllarında eski Mısır'da koruyucu bir niteliği olduğuna inanılan şemsiye, Roma kültürüne Mısır'dan geçti. Yapımında yaprak ve papirüslerin kullanıldığı şemsiyenin kullanımı Eski Yunan kültüründe de görülür. Yağmura karşı ilk kullanımın Çin’de olduğu bilinmektedir. Kağıttan yapılan şemsiyeler reçinelenerek su geçirmez yapılmış ve yağmurdan korunmak amacıyla kullanıldı. 16. yüzyıl sonlarında batı dünyasında yaygınlaşan şemsiye; Fas'lı gezgin ve yazar Janas Hanway (1712-1786) tarafından Londra'da kullanılarak aksesuarın tanınmasını sağladı. Bu süreçte İngiliz burjuvazisi tarafından "Hanway" olarak adlandırıldı.
İlk zamanlarda bir çeşit yağla kaplanarak su geçirmezliği sağlanan şemsiyeler, çok dayanıklı olmamakla birlikte giderek kullanımının artmasıyla daha dayanıklı modeller üretilmeye başlandı. Seri üretimine 1830 yılında Londra'da "James Smith and Sons" şirketinde başlanan şemsiyelerin saplarının yapımında balina kemiği ve ahşap tercih edildi. 1852'de Samuel Fox adlı bir üreticinin çelik tel kullanmasıyla değişik modellerin üretimine başlandı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)